Fatih Sultan Mehmet'in Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e Yazdığı Şiir


fatih sultan mehmet
Fatih Sultan Mehmet

Senin teninde degmeyen,
Yağmuru istemem,
Meltemi istemem.

Sana yanmayan yıldızı, istemem.
Bülbüller söyleyecekse, seni söylesın
Senden okumayan, Bülbülün
Ne söylerse dinlemem.

Özlemim sen olacaksan,Yansın yüreğim
sılası sen olmayan vatanım,
Gürbet istemem vatan istemem.

Senden gayri bir aşkla kül olursa kalbım,
Bu kalbı istemem,
Sonu sana çıkmayan yollum,
Yönü istemem yollu istemem.

Kalbini fethedecekse,
Geçerim bin sına'yı birden,
Yoksa neyime bu fethi,
İstemem mısrı, istemem cihani.

Ben sultan mehmet'im,
Önündeyim kostantının,
Yakarım ben bu şehri,
Bir tebessümün için.

Ben senin ümmetinim,
Sensın benim efedim,
Senden gayrı senden başka,
Efendi istemem sevgi istemem

1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda Zafer Kazanan Ordunun Trabzon'da Karşılanması























1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda zafer kazanan ordunun Trabzon'da karşılanması.

Akıl Hastalarını Tedavi Eden İlk Devlet:Osmanlı

19. asra kadar Avrupa’da akıl hastası, şeytan tarafından rûhu kabz edilmiş, ancak cismen insan olan bir varlıktı. Osmanlı’ya göre ise sadece meczûbidi. Yani Allah katına “cezb edilmiş” hasta... Meczûb’un yanında mecnûn, şeydâ, dîvâne denebilir, deli demekten kaçınılırdı. Hikmetinden suâl olunmaz bir sebeple bu illete düçar olmuş insana hakaret etmemeye özen gösterilirdi.
15. asır sonlarında İkinci Bâyezîd’in Edirne Dârüşşifâ’sı, 16. asır başlarında Hurrem Haseki-Sultân’ın Mimar Sinan’a yaptırdığı Haseki Dârüşşifâ’sı, bimâr-hâne seksiyonları ile cihan çapında ün yapmışlardı, Haseki Hastanesi bugün de işlevini sürdürüyor ve politik alanda büyük günahları olan Hurrem bu vesileyle hâlâ dua alıyor.


Osmanlı’nın mâl-i hulyâ dediği mélancolie (melankoli), kara sevdâ dediği hystérie (isteri), ateh-i kable’l-mîâd dediği schizophrénie (şizofreni), ayrı metodlarla tedavi gören akıl hastalıkları idi. İlâç, istirahat, gıda ve çiçek çeşitleri, musiki, tedavi yollarından bazıları idi. Besin ve çiçek çeşitleri koku, renk, şekil, tad bakımlarından dikkatle kullanılmıştır. Bu husus, Osmanlı tıbbına ve Türk medeniyetine şeref verir.

Tuğrul Bey Kimdir?

tuğrul bey
Tuğrul Bey
Oğuzlar'ın Kınık boyundan Selçuk Bey'in torunudur. Babası Mikail, gaza akınında şehit düşünce, dedesi Selçuk Bey’in yanında büyüdü. Çocukluğu Cend şehrinde geçti. Gaznelilerin, Selçuk Bey'in oğlu Arslan Yabguyu esir almasından sonra 1025 yılında Selçukluların başına geçti.Altun Can Hatun ile evlendi.
Selçuklulara yeni bir yurt arayan Tuğrul Bey komutasındaki Türkler Horasan'a göç ettiler. 1028-1029 yılları arasında kardeşi Çağrı Bey ile birlikte Merv ve Nişabur kentlerini ele geçirdi. Buhara ve Belh kentlerine seferler düzenledi. 1038 yılında Nişabur'da kendini sultan ilan etti. 1040 yılında Gaznelilerle yaptığı Dandanakan Savaşı'nı kazanarak Gazne Devleti'ne karşı Selçukluların üstünlüğünü sağladı. Kardeşi Çağrı Bey'i Horasanvalisi tayin eden Tuğrul Bey İran'ın büyük bir bölümünü ele geçirdi ve Selçuklu topraklarını Anadolu topraklarına kadar genişletti.
1055 yılında Bağdad merkezli Abbası halifesi olan Kaim Bağdad'ı ellerinde bulunduran Şii mezhepli Büveyhoğulları'na olan bağımlılıktan kurtulmak için Bağdad'lı ünlü alım, fakih ve kadı Mâvardı'yı Tuğrul Bey'e göndererek Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey'den yardım istedi. Bağdad'a asıl iktidar gücü olan halifelik muhafız güçleri komutanı olan Türk asıllı ama Şii mezhepli "Basâsırı" destek görmeyi önceden kabul etti. Ama sonra "Basâsırı" bu görüşünden ayrıldı ve Buveydiler ile aksi düştü. Halife Kaim de bu ayrılıktan istifade edip Tuğrul Bey'i Bağdad'a davet attı.
Tuğrul Bey Abbası halifesini Şii tehtidinden kurtarmak için 1055'te Bağdat'a yaptığı seferde Büveyhoğulları ile savaştı ve onları ağır bir yenilgiye uğrattı. Irak'da son Büveyhoğulları hükümdarı olan El-Meliku’r-Rahim'i esir alan Tuğrul Bey bu devlete son verdi. Tuğrul Bey Bağdad'a girip Abbası halifeliğinin koruyuculuğunu üzerine aldı.
Fakat tam bu sırada Selçuklu idaresinde bulunan ülkede Tuğrul Bey aleyhine üvey kardeşi İbrahim Yınal isyan etti ve büyük sayıda Türkmen de bu isyana katıldı. Tuğrul Bey isyancı üvey kardeşi İbrahim Yınal ve Buveyhoğulları orduları ile zor bir savaşa girmek zorunda kaldı. Aralık 1058'de 400 atlı süvari bedevi Banu Hilal aşiret birlikleri başlarında 1055'de Bağdad'dan sürülmüş Basasırı olarak Bağdad'ı işgal ettiler. Şehirde camilerde Kahire'de bulunan Şii Fatimiler halifesi Mûstensir adına hutbe okuttular.
1060 yılında Tugrul Bey Ibrahim Yinal isyanini bastirdi ve Fatimi Devletinin eline geçmiş olan Bağdat'ı ele geçirdi. Abbasi halifesi Kaim'in tekrar Bağdat'a dönmesini sağlayan Tuğrul Bey, halifenin kızı Seyyide Fâtıma el-Betül ile evlendi. Halife Kaim, Tuğrul Bey'e Sultan, Ruknu ʾd-Devle (Dinin direği) veMalikul-Meşrik ve Magrib (Doğu'nun ve Batı'nın Sultanı) unvanlarıni verip onu Sultan ilan etti.
Tuğrul Bey 4 Eylül 1063 tarihinde 73 yaşındayken çocuksuz olarak İran'ın Rey kentinde vefat etmiş ve yerine yeğeni Alp Arslan geçmiştir.

Osmanlı'da Tuğra ve Anlamı

Osmanlılarda Tuğra, sultanların gözalıcı kaligrafik nişan, alamet veya arması, bir çeşit imzasıdır. Sultanın ve babasının adını ve çoğunda el muzaffer daima dua ibaresini içerirdi. Tuğra bizatihi sultan tarafından yazılmayıp nişancı veya tuğrakeş veya tuğrâî veya tuğranüvis veya tevkiî denilen görevlilerce yazılırdı. Yetkisiz tuğra çekilemezdi. Tuğralar bazı sultanların mühürlerine de kazılmıştır.
Osmanlılarda gereği halinde sınır boylarındaki eyaletlerde bulunan vezirlerin aradaki mesafenin uzaklığına ve siyasi nedenlere bağlı olarak önemli konularda tuğra çekmelerine izin verilmiştir. Tuğrakeş vezir denilen bu eyalet valilerinin tuğra çekmek yetkileri Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın sadaretine kadar devam etmiş ve onun son zamanında kaldırılmıştır 1640-43 M.

osmanlı tuğrası
Osmanlı Tuğrası

20 Maddede:Mason Sembolleri ve Sırları



  • Masonluk, tarih boyunca dünyanın birçok yerinde etkili olmuş, temeli gizlilik üzerine kurulmuş bir örgütlenmedir. Resmî kuruluşu 18. yüzyılın başlarına dayansa da, gerçekte çok daha eskiye uzanan bir geçmişi vardır.

  • Masonik kaynaklar, örgütün amacını “erdemli ve iyi ahlaklı bireyler arasında kardeşliği tesis etmek, insanlığın özgür ortamda fikir ve sosyal açıdan gelişmesini sağlamak, gerçeği araştırmak” olarak belirtir.

  • Ancak Masonluğun etkisi bununla sınırlı değildir. Tarih boyunca devlet adamları, politikacılar, düşünürler, sanatçılar ve toplumun önde gelen isimleri Masonluğun bünyesine katılmış; bu sayede ülkelerin sosyal ve siyasal yapıları üzerinde yönlendirici bir rol oynayabilmişlerdir. Sayısız ideoloji, ihtilal ve doktrin, Masonluğun izlerini taşır.

  • Masonları tanımlamak için kullanılan “Dul Kadının Çocukları” ifadesi üzerinde çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu deyim, Hz. Süleyman’ın mabedini inşa eden Hiram Usta’nın dul bir kadının çocuğu olmasına dayandırılır. Masonlar arasında bu deyim şöyle açıklanır: bir mason, yardım isteyen başka bir masona yardım ettiğinde, buna “dul kadının çocuğuna yardım” denir; bu bir zorunluluktur.

  • Sembolizm, Masonlar için hayati öneme sahiptir. Semboller aracılığıyla, doğrudan ifade edilemeyen pek çok mesaj gizli bir biçimde iletilir. Bu, Mason olmayanların farkına bile varamayacağı bir iletişim şeklidir.

  • Masonlar, sembolleri ritüelleri pekiştirmek ve öğretileri belleklere kazımak için kullanır. Masonik işaretler, sözcükler ve sembollerin anlamları, Masonlukta sır niteliğindedir.

  • Yakin-Boaz Sütunları: Mason localarında bulunan bu iki sütun, mabedin iç ve dış alemi arasında sınır görevi görür. B ve J harfleri, Masonluğun temel ilkelerini ve çoğalma politikasını temsil eder.

  • Üç Sütun: Locada ayrıca üç sütun daha vardır; bunlar akıl, kuvvet ve güzelliği sembolize eder. Bu sütunların kökeni Kabbala’daki sefirotlara kadar uzanır: Chochmah, Geburah ve Chesed. Dördüncü sütun olan Binah, görünmeyeni temsil eder ve sadece sembolik olarak kabul edilir.

  • Üçgen ve Göz: Üçgen Masonlukta önemli bir semboldür ve genellikle içinde ışık saçan bir gözle birlikte kullanılır. Bu sembol, Masonların sırları titizlikle korumaları gerektiğini hatırlatır. Örneğin, ABD dolarındaki üçgen içindeki göz figürü bu sembole örnektir.

  • Gönye ve Pergel: Masonik kaynaklara göre gönye ve pergel, duvarcıların işaretlerinden öte, eski misterlerde de kullanılan sembollerdir. Hiram Usta’nın inşaat aletleri olan gönye ve pergel, Masonlar tarafından benimsenmiştir.

  • Yıldız: Altı ve beş köşeli yıldızlar Masonlukta sıkça kullanılan sembollerdir. Beş kollu yıldız, evrenin Büyük Mimarı’nı simgeler ve yenilenmiş insanı temsil eder.

  • Güneş ve Ay: Masonik ritüellerde güneş doğuda, ay batıda yer alır. Bu semboller disiplin ve ilahi-geometrik düzeni temsil eder.

  • Tokmak: Hiram Usta’nın inşaat aletlerinden biri olan tokmak, Masonik semboller arasında yer alır ve ilk Mason üstadını simgeler.

  • Güvercin: Nuh’un habercisi olarak kabul edilen güvercin, saflık ve masumiyeti temsil eder.

  • Kartal: Kartal, özellikle ABD’nin sembolü olarak tanınır, Masonlukta ise 33. dereceyi simgeler.

  • Yılan: Masonik sembolizmde yılan, çoğu zaman iki yılanın birbirine sarılmasıyla temsil edilir ve hayatı, çiftleşmeyi simgeler.

  • Yedi Kollu Şamdan: Locada bulunan yedi kollu şamdan, mabedin kutsal ateşini ve ritüelin önemini simgeler.

  • Akasya ve Çelenk: Hiram Usta’nın mezarını bulmak için akasya dalları ve çelenkler kullanılmıştır; bu semboller Masonik törenlerde de yer alır.

  • Işık Saçan Kılıç: Masonluğa girişte kullanılan bu kılıç, adayın takdis töreninde önemli bir rol oynar ve sefirotik üçlüyü temsil eder.

Hannibal Barca Kimdir?

Hannibal Barca Sami ırkından gelen Kartacalı politikacı ve generaldir. MÖ. 247 ile MÖ. 183 arasında yaşayan Hannibal tüm zamanların en büyük askeri dehalarından biridir. Hannibal’a sorulduğunda “Büyük İskender”i en büyük general olarak görür. Askeri tarihçi Theodore Ayrault Dodge, Hannibal’ı “Stretejinin Babası” olarak nitelendirir.
Fillerinde içinde bulunduğu ordusuyla İber Yarımadası, Pireneler, Alpler’den kuzey İtalya’ya girmiş ve Romalıları birkaç önemli savaşta yenmiştir.
1. Pön Savaşı’nın ünlü kahramanı Kartacalı komutan Hamilcan Barca’nın oğlu olan Hannibal küçük yaşlarda babası ile savaşlara katıldı.
MÖ. 221 yılında Kartaca’nın İspanya ordusuna komutan oldu. Bu süreçte MÖ. 221-219’da kadar Ebro’nun batısındaki topluluklar üzerine hakimiyet kurdu.
Hannibal l. Pön Savaşı’ndan sonra Roma ile ikinci bir savaşın kaçınılmaz olduğunu biliyordu bu nedenle İspanya’daki konumunu sağlamlaştırdığı iki yıl ardından MÖ 219’da Saguntum şehrini kuşattı ve sekiz ay sonra da ele geçirdi. Saguntum kuşatılmasının ve ele geçirilmesinin ardından Romalılar savaş ilan ederek 2. Pön Savaşı başlattı. Hannibal kardeşi komutan Hasdrubal’ı İspanya’da bırakarak İtalya üzerine yürüdü.
37 fil ve yüzbin askerden oluşan ordusu Pirene Dağları geçti ve Roma ordusundan önce Rhone vadisine v
ardı. Hannibal “Ya yeni bir yol bulacağız, ya yeni bir yol yapacağız” diyerek Romalılar ve müttefiklerini atlatmak için vadinin yukarısından bir yay çizip Alp Dağları’nı geçti. Büyük bir ordu ve fillerle antik çağda yapılan bu yolculuk, ünlü komutan için büyük bir başarıdır. Kötü hava koşulları nedeniyle ordusunun bir kısmını kaybeden Hannibal onları durdurmaya gelen Roma ordusunu Trebbia’da yok etti. Apenin Dağlarını geçerek Roma kentine ilerleyen Hannibal Trasimene Gölü Muharebesi’nde ana Roma ordusunu bozguna uğrattı.
Hannibal’in ilerleyişi Roma ordusunun vur-kaç taktiği ile yavaşladı. Durdurmak için gelen son düzenli Roma Ordusunu Cannae Muharebesi’nde yendi. “Hilal Düzeni” taktiği kullanılan bu savaşla Roma ordusu tamamen yenilmişti.
Hannibal’ın ülke genelinde çok fazla desteklenmesi Kartaca senatosunu korkuttu. Bu nedenle yeterli desteği göndermediler. Bu durum karşısında Capua kenti yeniden güçlenen Roma ordusu tarafından MÖ. 211’de tekrar ele geçirildi. Hannibal’ın MÖ 207’de Roma’ya yaptığı baskın geri püskürtüldü. Kardeşi Hasdrubal yardım ordusuyla gelirken Kuzey İtalya’da öldürüldü.
İtalya’nın güneyindeki dağlara çekilen Hannibal, Roma ordusunun Afrika’ya çıkması üzerine başkenti korumak için Kartaca’ya çağrıldı. Ancak Hannibal, Romalılara Zama Muharebesi’nde yenildi. Kartaca Roma ile şartları çok ağır bir anlaşmak imzaladı. Savaşın ardından maliye ve ekonominin başına getirilen Hannibal ülkeyi düzeni soktuktan bir süre sonra Romalıların baskısı üzerine görevinden alındı.
Ülke içerisinde kendisine karşı yükselen muhalefet yüzünden gönüllü sürgüne giden Hannibal, Ermenistan ve Bitinya’ya giderek buradaki saraylarda askeri danışmanlık yaptı. Bursa şehrinin kurulmasıyla da ilişkilendirilen Hannibal, Bitinya kralına bugünkü Bursa’nın olduğu yerde bir şehir kurmasını öğütlediği ve şehirdeki ilk içme suyu şebekesini Hannibal’ın kurduğu düşünülür.
MÖ 183 veya 182’de Bitinyalı yetkililer tarafından Romalılara teslim edileceğini anlayınca yüzüğünde taşıdığı bilinen zehri içerek intihar etti. Mezarı tam olarak bilinmemekle birlikte Tubitak yerleşkesinde bir anıtı bulunmaktadır. 

Jül Sezar Kimdir?

jül sezar
Jül Sezar
Tarihteki önemi ve yeri büyük olan Romalı bir komutan ve devlet adamıdır. Asil bir aileden gelen Gaius Julius"un oğludur. Annesi Aurelia, asil olmayan bir ailedendi. Caesar, politik davranışlarında çoğunlukla halk tarafını tutmuş, Romalı asillerin halk üzerinde baskılarını kaldırmaya çalışmıştır.

Caesar MÖ. 83′de Marius taraftarlarından 1. Cornelius Cinna"nın kızı Cornelia ile evlenmesi, onun, Marius partisine yaklaşmasına, Sulla ve Mariusçular arasındaki çekişmeye katılmasına yol açtı. Caesar Roma"dan çıkmaya zorlandı. Caesar ancak Sulla"nın (MÖ. 78) ölümünden sonra Roma"ya dönebildi. Sonra hatiplik öğrenimi için Rodos"a ünlü öğretmen ve hatip Apollonius Molo"nun yanına gitti. Beş yıl sonra Roma"ya döndü, kendini tamamiyle siyasete vererek Pompeius tarafını tuttu, cömertliğiyle halkın sevgisini kazanmaya çalıştı.

Caesar MÖ. 68′de, Cornelia"nın ölümü üzerine yüksek bir hayat seviyesi ve geniş bir çevresi olan Pmpeia adlı genç bir kadınla evlendi. Mö 6′de konsüllükten önce gelen bir rütbe olan praetorluğa yükseldi. Bu sırada, Batı Hispania"daki ayaklanmayı bastırarak elde ettiği ganimetlerle borçlarını ödedi, kendini konsüllüğe seçtirmek için Roma"ya gitti. MÖ 59 yılında, muhafazakar Marcus Bibulus ile birlikte konsül seçildi. Aynı yıl, o sıralar Anadolu"dan dönen Pompeius ve Crassus ile anlaşarak “Birinci Triumvirlik” i kurdu.

Konsül olarak Roma"yı tek başına idare etmeye çalışan Caesar, Senato"yu ikinci planda bıraktı. Yeni bir kanunla fakir vatandaşlara ve Pompeius"un terhis edilen askerlerine toprak dağıttı. Vergilerin üçte birini bağışlayarak subayları kendi tarafına çekti. Nihayet 5 yıl içinde kendini Dalmaçya (İllirya), Kuzey İtalya ve Güney Fransa valiliklerine seçtirdi. Kuvvetli rakipleri olan Cicero ile Cato"nun Roma"dan uzaklaştırılmasını sağladıktan sonra, MÖ 58 de Gallia"ya girdi, sekiz yıl içinde Ren nehrinden Pireneler"e kadar bütün ülkeyi ele geçirdi. Tam bir zaferle sonuçlanan Gallia seferinden sonra Caesar aldığı zengin ganimet ve tecrübeli ordusu sayesinde, Roma"nın n güçlü adamı oldu.

Sezar ve Kleopatra


MÖ. 53′de Craussus"un öldürülmesi ve Pompeius"la Caesar"ın arasındaki ilişkinin bozulması üzerine Birinci Triumvirlik sona erdi. MÖ. 49′da senato, Pompeius"un etkisiyle, Caesar"ın ordusunun terhis edilmesini isteyince, Caesar buna sinirlenip emrindeki 5000 askerle Gallia ve İtalya sınırını meydana getiren Rubico ırmağının kıyısına geldi. Senato ordusuna kmutanlık eden Pompeius ile girişilen 60 günlük bir savaştan sonra Caesar"ın ordusu bütün İtalya"yı egemenliği altına aldı. Bundan sonra Pompeius"u Yunanistan"a kadar takip eden Caesar onu MÖ 48 de Pharphalus"ta yapılan meydan savaşında yendi, arkasından Mısır"a gitti. Caesar"dan kaçan Pompeius İskenderiye"de öldürüldü. Bu sırada Mısır"a varan Caesar, Klepatra ile kız kardeşi arasındaki taht kavgasını Kleopatra"nın lehine halletti, sonra Anadolu"ya geçti. Burada Ponpus Kralı Pharnakes"i yendi (MÖ 47), zaferini senatoya “Geldim, Gördüm, Yendim” şeklindeki ünlü sözüyle bildirdi.

Caesar"ın daha sonraki zaferleri birbirini kovalamış, MÖ 46′da Kuzey Afrika"da Pompeius"un başsız kalan ordusunu, MÖ 45′de İspanya"da Pompeius"un iki oğlunu yenilgiye uğratmıştır. Bu başarılarından sonra Caesar, Roma İmparatorluğu"nda bütün yetkinin tek sahibi oldu. Hükümdar ünvanından başka haleflerine de geçmek şartıyla imparator ünvanını aldı, diktatörlüğü 10 yıl için uzatıldı. Quirinus tapınağına heykeli dikildi, ağustos ayına onun adından ötürü Julius adı verildi.


Sezar İle Brütüs"ün Hikayesi


Caesar kazandığı yetkileri iyiye kullanarak devlet bakımından çok faydalı ıslahat yapmış, İtalya şehirlerinin hukuki durumunu bir düzene bağlamış, eyaletlerin idaresini düzeltmiştir. Bu arada borçlara ait kanunları hafifletmiş, eyalet halkına vatandaşlık ve senatör olabilme yetkilerini tanımış, fakir olanların Kartaca"da ve Korent"te koloni kurmalarını sağlamıştır.

Caesar"ın aldığı bu tedbirler, Senatonun yetkilerini ve kuvvetini oldukça sınırlıyordu. MÖ 44′de ömür boyu diktatörlük elde edince, cumhuriyet idaresi yerine monarşist bir rejim kuracağı fikri uyandı. Bunu kabul etmek istemeyen aristokratlar, başlarında Brutus"le Cassius olmak üzere, suikast hazırladılar. MÖ 44′de Martın 15′inde bir senato toplantısına giden Caesar"ı öldürdüler. Sevdiği dostu Brütüs"ü suikastçılar arasında gören Caesar"ın son sözleri “Et tu, Brute?” (Sen de mi, Brutus?) oldu

ŞEHZADE MUSTAFA'NIN KATLİ VE ANADOLU'DA MATEM

şehzade mustafa
Şehzade Mustafa













Kanuni Sultan Süleyman’ın Mahidevran’dan olma oğlu Şehzade Mustafa Osmanlı tahtının en önemli varisi olarak görülmekteydi. Akıllı, yetenekli, gözü pek bir şehzadeydi. Kanuni tarafından Manisa sancakbeyliğinde görevlendirilmişti. Manisa sancakbeyliği tahtın varisi şehzadelerin gönderildiği bir yerdi. Bu da Kanuniden sonra taht için en büyük adayın Şehzade Mustafa olduğunu gösteriyordu. Ancak Kanuninin Şehzade Mustafa’nın dışında Hürrem sultandan 4 oğlu ( Mehmed, Selim, Bayezid ve Cihangir ) daha bulunmaktaydı. Bu durum sarayda sultanlar arasında çocukları için taht mücadelesine sebep oldu.

Hürrem Sultan, Makbul İbrahim Paşanın katlinden sonra kızı Mihrimah Sultanı evlendirdiği Rüstem Paşanın sadrazamlığa gelmesini sağladı. Sonrasında ise Şehzade Mustafa Manisa sancak beyliğinden alınarak Amasya sancak beyliğine görevlendirildi. Manisa Sancak beyliğine de Hürrem sultanın oğlu Şehzade Mehmet getirildi. Ancak şehzade Mehmet 22 yaşında hayatını kaybetti. Bu beklenmedik ölümün ardından Manisa sancak beyliğine yine Hürrem sultanın çocuklarından olan Şehzade Selim getirildi. Yaşanan bu gelişmeler Kanuniden sonra tahta geçecek ismin Hürrem’in çocuklarından biri olacağını açıkça göstermekteydi. 

Kanuninin yaşlandığı bu dönemde devlet içinde taht mücadelesi yaşanmaya başlamıştı. Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa Şehzade Bayezid’i taht için düşünürken, ordu,ulema ve bürokrasinin tercihi Şehzade Mustafa’ydı. Gerçekten de Şehzade Mustafa başarılıydı, yetenekliydi dedesi Yavuz Sultan Selim gibi gözü pek idi. Aynı zamanda güler yüzlü ve mütevaziydi bundan dolayı halk tarafından sevilmekteydi. Ancak taht için en uygun varis olmasına rağmen her şey onun aleyhine cereyan etti. Kendisi ile ilgili saray merkezli karalama çalışmaları yapıldı. Sahte mühürlerle şehzadenin ağzından İran Şahı Tahmasb’a mektup gönderildi ve Şahın yazdığı cevapların Kanuninin eline geçmesi sağlandı. Yine ayrıca Şehzade Mustafa’nın “ Babam artık yaşlandı, tahttan çekilmeli” dediği şeklinde dedikodular çıkarıldı. Kanuninin önünde dedesinin yaşadığına benzer bir tablo oluşmaya başlamıştı. Bu durum Kanuninin Şehzade Mustafa’ya tavır almasına sebep oldu.

Günden güne artan haberler Kanuniyi önemli bir karar almaya zorladı. Şehzade Mustafa öldürülecekti. Bu kararı uygulamak için 1553 yılında İran’a yönelik yapacağı sefere Şehzade Mustafa’nın katılmasını emretti. Şehzade Mustafa beş bin kişilik kuvveti ile başında babasının bulunduğu orduya katılmak için Konya Ereğlisi’ne geldi. Hükümdar çadırına davet edilen Şehzade Mustafa bunu tereddütsüz kabul etti. Etrafı, sevenleri her ihtimale karşın babası ile açık alanda ve at üzerinde görüşmesi yönünde onu ikna etmek için uğraştılarsa da başaramadılar çünkü kendi masumiyetinden kuşkusu yoktu. Babası ile görüşmek ve elini öpmek için çadıra gitti. Ancak çadırdan sağ çıkamadı. Kanuninin emri ile yedi dilsiz celladın saldırısıyla Şehzade Mustafa oracıkta öldürüldü.

İyi yetişmiş bu Osmanlı şehzadesi saray entrikalarına kurban verildi. Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi hem ordudan hem de halktan büyük tepki gördü. Yeniçeriler Rüstem Paşa’nın çadırına hücum ettiler. Matem alameti olarak öğle yemeği yemediler. Padişahın Otağının önünde toplanarak Rüstem Paşa’nın görevden alınmasını istediler. İşlerin daha fazla çığırından çıkmasından endişe eden Kanuni Rüstem Paşa’yı görevden alarak yerine Kara Ahmet Paşayı getirdi. Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi halk tarafından da tepkiyle karşılanmıştı. O sene doğan erkek çocukların büyük kısmına Mustafa ismi verilmişti. Birçok şair, Şehzade Mustafa için mersiyeler yazdı. Bunlardan en önemlisi İran seferine de katılan Şehzade Mustafa’nın katledilmesine şahit olan Taşlıcalı Yahya idi. Taşlıcalı, Şehzade Mustafa’nın öldürülmesini ve bu olayın verdiği acıyı şu beyitlerle ifade ediyordu :

Meded meded bu cihanım yıkıldı bir yanı
Ecel celâlîleri aldı Mustafa Hânı
Tohındı mihr-i cemâli bozuldı erkânı
Vebale koydılar âl ile Al-i Osmânı

Günümüz Türkçesi

Meded, meded! Bu dünyanın bir tarafı yıkıldı.
Çünkü ecel eşkıyaları aldılar Mustafa Han'ı.
Onun güneş gibi parlak yüzü battı ve düzen bozuldu.
Osmanoğullarını hile ile günaha soktular.
Geçerler idi geçende o merd-i meydânı
Felek o canibe döndürdi şâh-ı devrânı
Yalancımın kun bühtanı bugz-ı pinhânı
Akıtdı yaşumımı yakdı nâr-ı licrânı

Günümüz Türkçesi

Padişahın yanında o yiğidin sözü geçtikçe onu çekiştirirlerdi.
Nihayet devir padişahını felek, onların yönlendirmek istedikleri tarafa döndürdü.Yalancının kuru iftirası ve gizli düşmanlığı gözümüzün yaşını akıttı,
gönlümüzde ayrılık ateşi yaktı.
Cinayet etmedi cânî gibi anıın câm
Boguldı seyl-i belâya tagıldı erkânı
N'olaydı görmeye idi bu macerayı gözüm
Yazuklar ana reva görmedi bu rayı gözüm
Günümüz Türkçesi
Zavallı şehzade caniler gibi bir cinayet işlememişken, belâ seline düşüp boğuldu.
Bütün yanında bulunan yakınları darmadağın oldu.
Keşke şu olayı gözüm görmemiş olsaydı.
Şehzade hakkındaki hükmü, uygun görmedim.
Taşlıcalı yazdığı bu mersiyeyi bir süre gizledi. Ancak askerler ve halk arasında kulaktan kulağa yayıldı. Sonradan tekrar sadrazamlığa getirilen Rüstem Paşa, Taşlıcalı’yı yazdığı bu mersiyeden dolayı öldürtmek de istedi. Hatta bunun için padişahın huzuruna da çıkarttı. Fakat Kanuni, Şehzade Mustafa ile ilgili vermiş olduğu kararın da etkisiyle onun öldürülmesine izin vermedi.

Türk Sinema Tarihinin Başlangıcı

19. yüzyılın sonlarına doğru Paris'te ilk sinematograf gösterimlerinin başlamasından birkaç yıl sonra Türkiye'ye de gelmiştir. 1914 yılında Fuat Uzkınay'ın çektiği "Ayastefonas'taki Rus Abidesinin Yıkılışı" isimli belgesel film, ilk Türk filmi olarak kabul edilmektedir. Bir diğer film olan ve 1914 yılında çekimlerinin başlayıp 1919'da bitirilen "Himmet Ağanın İzdivacı" adlı film de, ilkler arasındadır. Bu dönemde Birinci Dünya Savaşı ile ilgili haber filmleri ile birlikte konulu filmler de çekilmiştir. 1922 yılında ilk film şirketinin kurulması ile birlikte yönetmenliğe başlayan tiyatro sanatçısı Muhsin Ertuğrul, 1950'li yıllara değin yaptığı üretimler ile Türk Sineması'nın en önemli ismi olmuştur. Sanat yaşamı boyunca yönetmenliğini yaptığı 30'u aşkın filmden Kurtuluş Savaşı'nı konu alan ve ilk Türk kadın oyuncusunun oynadığı "Ateşten Gömlek" (1923), ilk sesli Türk filmi olan "İstanbul Sokakları" (1931) ve "Bir Millet Uyanıyor" (1932) filmleri, en önemlilerdendir. Yılda bir ya da iki film çeken yönetmenin çalışmalarında, tiyatronun etkisi büyük olmuştur.



Tiyatro etkilerinden kurtulup sinema dilinin gerçekleştirilebildiği film çalışmaları, 1950'li yıllara doğru başlamıştır. Bu çalışmaların ilk yönetmenlerinden Lütfü Akad'ı söyleyebiliriz. 1960'lı yıllara doğru yılda üretilen film sayısı 60'a yükselmiştir. Bu yıllardan başlayarak Metin Erksan, Halit Refiğ, Ertem Göreç, Duygu Sağıroğlu, Nevzat Pesen ve Memduh Ün gibi yönetmenler daha çok toplumsal sorunlara yönelerek başarılı filmler üretmişlerdir. 1960'lı yılların sonlarından başlayarak geçen süreçte, televizyonun sinemayı olumsuz olarak etkilediği dönemin önde gelen yönetmenleri arasında Yılmaz Güney, Süreyya Duru, Zeki Ökten, Şerif Gören, Fevzi Tuna, Ömer Kavur, Ali Özgentürk'ü sıralayabiliriz. Bu süreçte sinema, daha çok sosyal ve ekonomik sorunları işlemiştir. 1980'li yıllarda sinema ile devlet ilişkileri gelişmiş ve Türk sineması uluslararası alanda kendinden söz ettirmeye başlamıştır. Bu süreçte de toplumsal, psikolojik ve kadın hakları konulu filmler öne çıkmıştır. 1990'lı yıllarda sinema daha az sayıda ancak nitelik olarak çok daha gelişkin bir üretim dönemine girmiştir. Üniversitelerde sinema eğitimi verilmeye başlaması bilinçli yönetmen ve oyuncuların yetişmesi, devletin sinema sanatını desteklemesi bu gelişimin nedenleri arasındadır. Televizyonla yaşanan rekabet ortamı ve uluslararası alanda alınan başarılı sonuçlar sinemanın gelişmesindeki diğer nedenlerden bazılarıdır.


Sinemanın yaygınlaşması ile birlikte sinema salonları da yaygınlaşmış, büyük ve estetiğe önem verilmiş salonlar ortaya çıkmaya başlamış, özellikle yazlık sinemalar çok yaygınlaşmıştır. 1970'li yıllarda televizyon ve videonun da etkisi ile salon sayısında büyük azalmalar görülmüştür. Türk filmlerinin azlığından doğan boşluğu dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi Avrupa ve özellikle Hollywood filmleri doldurmuştur. Günümüzde ise devletin ve Avrupa Sinema Birliğinin (Eurimages) desteği ile Türk-yabancı ortak yapımcıların çoğalması ve modern sinema salonlarının çoğalması, Türk sinemasının gelişimi ve değişiminde etkili olmaktadır.

Çağrı Bey Kimdir?

Çağrı Bey
Çağrı Bey
Büyük Selçuklu Devletinin kurucularından. Selçukluların ilk hükümdârı Tuğrul Beyin kardeşidir. 990 yılında doğdu. Künyesi Ebû Süleymân olan Dâvûd Çağrı Bey, Horasan bölgesinin emîri idi. Târihçi Beyhekî ve Gerdizî onu dâimâ Dâvûd ismiyle zikretmişlerdir. Diğer kaynaklarda da öbür isimleri geçmektedir.
Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında yer alan meşhur ilim ve irfân bölgesi Mâverâünnehr’de Oğuz Türklerini etrâfında toplayan Selçuk Beyin vefâtından sonra, ülkenin idâresi oğulları arasında taksim edilmişti. Büyük bir kısmı oğlu Mikail Beye verilmişti. Yabgu ünvanını taşıyan Mikail Beyin vefâtından sonra ülkenin idâresi oğulları Dâvûd Çağrı Bey ile Mehmed Tuğrul Beye kaldı. İki kardeş, Karahanlı Hakanı İsrâil Arslan Yabgu’yu reis tanıyıp, Gaznelilerle olan mücâdelesine katıldılar.
Çağrı Bey, 1016’da Mâverâünnehr’den Bizans ülkeleri üzerine cihâda çıktı. Horasan bölgesine gelerek oradaki Türkmenleri etrâfına topladı. Buradan Irak-ı Acem bölgesine geçerek Bizans’a bağlı Ermeni Vaspurakan ve Ani krallıkları ile Âzerbaycan’da muhârebeler yaptı. 1016’dan 1022 senesine kadar altı yıl boyunca Bizans hududunda Ermeni ve Hıristiyan Gürcü krallıklarıyle savaştı. Birçok muvaffakiyetler ve ganîmet kazanan Çağrı Bey, tekrar Mâverâünnehr’e döndü. 1025’te Mâverâünnehr’e geçen Sultan Mahmud Gaznevî, Türkmenlerin ve Selçukluların reisi Arslan Yabgu’yu esir edip Hindistan’a gönderince, ülke halkının bir kısmı Gaznelilerin tâbiiyeti altına girdi. Bir kısmı ise Tuğrul ve Çağrı beylere katılarak ordularını güçlendirdiler. Böylece iki kardeş, amcaları Mûsâ Yabgu ile birlikte Türkmenlerin reisi oldular. Mâverâünnehr bölgesinde râhat ve huzur içinde devleti idâre eden Selçuklu liderleri, muhâfızları durumundaki Ali Tigin’in 1034’te vefâtı üzerine zor durumda kaldılar. Buhârâ ve Harezm emirleri tarafından baskı altına alındıklarından, Horasan’a geçmek zorunda kalan Çağrı ve Tuğrul beyler, Gazneli Sultanı Mes’ûd’un Horasan vâlisine mürâcat ederek sürüleri için Sultan’dan yaylak ve kışlak istediler. Fakat istekleri kabul edilmediği gibi o bölgeden uzaklaştırmak için üzerlerine büyük bir ordu gönderildi. Nisa yakınlarında yapılan harbi Selçuklu liderleri Tuğrul ve Çağrı beyler kazandılar (1035).
Bu muvaffakiyetleri üzerine Gazneli Sultan Mes’ûd, Selçuklu reisleriyle müzâkerelere girişti ve isteklerini fazlasıyla verdiği gibi, birçok imtiyazlar da tanıdı. Sultan Mes’ûd, Dihkan ve Dihistan bölgelerini vermesine karşılık, onların Oğuzlara karşı durmalarını şart koştu. Ancak Selçuklular, Oğuz boylarının akınlarına mâni olamadıklarından bir kere daha Sultan Mes’ûd ile karşı karşıya geldiler. Sultan’ın gönderdiği büyük bir orduyu da mağlûb ettiler. Hattâ Çağrı Bey, kendisine saldıran Cürcan vâlisini mağlûb ederek 1037’de Merv şehrini ele geçirdi. Burada ‘Melikü’l-mülûk’ ünvânıyla hükümdârlığını îlân ederek adına hutbe okuttu. Bunu duyan Gazneli kumandanı Subaşı, taarruz için aldığı kesin emre uyarak Selçuklular üzerine yürüdü. Serahs civârındaki Talhâb denilen yerde iki gün süren şiddetli muhârebede Selçuklular bir zafer daha kazandılar (1038) ve Herat şehrini de ele geçirdiler. Aynı yıl Tuğrul Bey Nişabur’da Büyük Selçuklu Devletinin ilk hükümdârı olarak sultan îlân edildi. Durumun vehâmetini ve Selçukluların gittikçe kuvvetlendiğini gören Sultan Mes’ûd, büyük bir orduyla Selçuklular üzerine yürüyerek Cürcan’ı geri aldı. Belh şehrinden geçerek Karahanlılardan Böri Tigin’in tâbiliğini sağlamak için Mâverâünnehr ülkesine girdi. Ancak Çağrı Beyin üzerine geldiğini haber alınca, geri döndü ve 1039 yılı Nisanında, Çağrı Beyin kuvvetleriyle Aliâbâd Ovasında yaptığı muhârebede nisbî bir başarı sağladı. Ancak kesin bir netîceye varmak istediğinden yeniden Çağrı Beyin üzerine kuvvet sevk etti. Buna karşılık Çağrı Bey, vur-kaç taktiğiyle Gazneli kuvvetlerine ağır kayıplar verdirdi. Netîcede Selçukluların geleceğini tâyin edecek muhârebe 23 Mayıs 1040’ta Dandanakan Ovasında Gaznelilere karşı yapıldı. Başkumandanlığını Çağrı Beyin yaptığı harpte, Selçuklular, parlak bir zafer kazanarak, Gazneli ordusunu perişân ettiler. Sultan Mes’ûd güçlükle canını kurtardı ise de karargâhı ve bütün hazînesi ele geçirildi. Bu başarı üzerine birçok Türkmen boyları Selçuklulara iltihâk etti.

Dandanakan Savaşından sonra yapılan kurultayda, eski Türk devlet an’anesi gereğince, ülkeyi kendi aralarında bölüştüler. Buna göre, Tuğrul Bey Irak-ı Acem bölgesi üzerine, Çağrı Bey ise Horasan’ın kuzey bölgesi ile Gaznelilerin elinde bulunan topraklar üzerinde fütûhât yapacaklardı. Mûsâ Yabgu ise, Herat ve Sistan bölgesi fütûhâtına memur edildi. Bu plâna göre hareket eden Çağrı Bey, 1040’ta Belh’e yürüdü ve Sultan Mes’ûd’un oğlu Mevdûd kumandasındaki yardımcı kuvvetleri bozarak şehri ele geçirdi. Şehrin kumandanı Altun-Tak da Çağrı Beyin emri altına girdi. Belh’ten sonra Cürcan, Badgis, Hutlan ve Tuharistan şehirlerini de hâkimiyeti altına alan Çağrı Bey, Merv şehrini hükümet merkezi yaptı. 1044’te Çağrı Beyin hastalanmasını fırsat bilen yeni Gazne Sultanı Mes’ûd’un oğlu Mevdûd, Belh ve Tuharistan’ı geri almak için ordular sevk etti ise de bu kuvvetler Çağrı Beyin oğlu Alparslan tarafından mağlûb edildiler. Bir müddet sonra sıhhatı düzelen Çağrı Bey, Tirmüz şehrini de ele geçirdi. Belh, Tuharistan ve diğer bâzı şehirleri oğlu Alparslan’a vererek Gaznelilerle mücâdeleye memur eden Çağrı Bey, diğer oğullarını da ayrı yerlerde vazîfelendirdi.

Büveyhoğulları hükümdarı Ebû Kalicar’ın 1048’de vefâtı üzerine Çağrı Bey, oğullarından Kavurt Beyi büyük bir ordu ile Büveyhoğulları üzerine sevk etti ve nihâyet 1055’te bütün Kirman bölgesi Selçukluların eline geçti. 1056’da Sistan bölgesi de Selçukluların hâkimiyetine girdi ve o bölge Mûsâ Yabgu’nun idâresine verildi.

Çağrı Bey, her zaman kardeşi Tuğrul Beye yardımcı oldu. Tuğrul Beye isyân edip saltanat dâvâsına kalkışan İbrâhim Yınal’a karşı, oğulları Alparslan ile Kavurt’u sevk edip isyânı bastırması son yardımı oldu. Bu hâdiseden sonra rahatsızlanan Çağrı Bey, 70 yaşında olduğu hâlde, nice İslâm âlim ve velîlerinin yetiştiği Serahs şehrinde vefât etti (1060). Orada defnedilen Çağrı Beyin, oğlu ve veliahtı Horasan Hâkimi Sultan Alparslan ile Kirman Hâkimi Ahmed Kavurt ve Âzerbaycan vâlisi Yakuti’den başka Osman, Behramşah ve Süleyman adında oğulları vardı. Onlar ülkenin muhtelif yerlerinde devlete ve İslâmiyete hizmet ettiler. Çağrı Beyin dört de kızı vardı.

Dâvûd Çağrı Bey, kardeşi Tuğrul Bey ile birlikte bütün İran ve yakındoğu ülkesini fethetmiş, Türkleri fâtih bir millet olarak bir araya toplamak ve Anadolu kapılarının tam anlamıyla İslâmiyete açılmasını sağlamak sûretiyle Türklüğe ve İslâmiyete pek büyük bir hizmet yapmıştır. Büyük Selçuklu Devleti ve medeniyetinin, daha sonra da Osmanlı Devletinin kurularak, İslâmiyetin ta Viyana kapılarına kadar ulaşmasına pek sağlam bir zemin hazırlamıştır.

Kaynaklar, Çağrı Beyin çok âdil, halîm, güzel huylu, fazîletli, fevkalâde dindar ve merhâmetli bir mücâhid olduğunu ittifakla kaydetmektedirler

Milli Mücadele'de Kilikya Bölgesinde Türk Çete Birliği

Milli Mücadele'de Kilikya bölgesindeki Türk yerel birliği.

Antik Yunanda Pirinç Boğa İşkencesi

Pirinç Boğa İşkencesi
Pirinç Boğa İşkencesi
Pirinç dökümcüsü Atina’lı Perillos, Agrigentum Tiran’ı Phalaris için yeni bir suçlu öldürme yöntemi icadı olarak, tamamen pirinç’ten içi boş ve bir tarafında kapı bulunan bir boğa yaptı. Kurban boğanın içine kapatılıyor ve sonra boğa altına yerleştirilen ateşle metalin rengi sıcaktan kırmızıya dönene kadar ısıtılıyor, böylece kurbanın içeride yavaşça kızararak ölmesi sağlanıyordu. Boğanın başı, karmaşık bir sistemle tüp ve tapalarla yapılmıştı ve böylece mahkumların çığlıkları kızmış bir boğa böğürmesine dönüştürülebiliyordu. Söylendiğine göre boğa tekrar açıldığında, kurbanın kavrulmuş kemikleri mücevher gibi parlıyordu ve bunlardan kolye yapılıyordu.

Pirinç boğayı beğenerek sipariş vermiş olan Phalaris, boğanın boynuzundaki ses sisteminin bizzat Perillos’un kendisi tarafından test edilmesini istemiş, Perillos içeri girince hemen kapıyı kapatmış ve ateşi yakarak bu icadın ses sisteminin çalışıp çalışmadığını Perillos’un çığlıklarından öğrenmeye çalışmıştı.

Perillos’un ölmesine ramak kala, Phalaris kapıyı açarak onu dışarı çıkarmıştı. Onu boğadan çıkardığında, Perillos icadı için bir ödül alacağına düşünürken; bunun yerine Phalaris tarafından bir tepenin başından aşağıya yuvarlayarak öldürülmüştür. Söylendiğine göre Phalaris, Telemachus tarafından tacı elinden alındığında, kendi siparişi olan bu pirinç boğanın içinde öldürülmüştür.


Roma kayıtlarına göre Pirinç boğa bir işkence aleti olarak Hristiyanları öldürmek için de kullanılmıştır. Hristiyan efsaneleri, Aziz Eustace’in karısı ve çocuklarıyla beraber İmparator Hadrian, Bergama Piskopos’u olan Küçük Asya’nın ilk Hristiyan şehidi Aziz Antipas’ın ise 92 yılı civarında Roma İmparatoru Domitian tarafından pirinç bir boğada kızartılarak öldürüldüğünden bahseder.

Bir diğer Hristiyan azizi olan Tarsus’lu Aziz Pelagia , söylendiğine göre 287 yılında Roma İmparatoru Diocletianus tarafından pirinç boğada kızartılmıştır.

Herodot’ a göre, pirinç bir boğanın içerisinde kızartılmak Antik Yunan da işkencenin en bilinen yöntemiydi. Genel tanımlamalara dayanarak, genellikle ölümcül olduğundan, bu işkenceden ziyade bir idam yöntemiydi ve sorgulama için çok fazla kullanılmıyordu.

Söylenenlere göre, pirinç boğanın nasıl yapıldığının ve kullanıldığının detaylı açıklamasını ilk defa MÖ 2. yüzyıl’da Satirist (hiciv yazarı) Lucian vermiştir.

MÜSLÜMAN OL ŞEYH'ÜL-İSLAM'IM YAPAYIM


MÜSLÜMAN OL ŞEYH'ÜL-İSLAM'IM YAPAYIM :


Çaresiz Papa

II. Pius, Hıristiyanlık açısından şanssız bir zamanda papa olmuştu. 1458'de papa seçilmesinden 1464'te ölümüne kadar geçen yıllar Fatih komutasındaki Türk ordularının zaferden zafere koştuğu yıllardı. II. Pius, Hıristiyanlar'ı bir araya getirip, Haçlı Seferi düzenlemek için çok uğraştı ama başarılı olamadı. Türk fütuhatı engellenemediği gibi her geçen gün Hıristiyanlık açısından tehlike büyüdü.

Papa, yazılarında Fatih'e hakaret edip, Tanrı'ya karşı en hürmetsiz barbar olarak tasvir etmişti. Ancak Mantua Kongresi'nde hayal kırıklığı yaşayınca daha önce dediklerini unutup, yeni bir yöntem izlemeye karar verdi. Yorgun, cesareti kırılmış ve Haçlı ordusu gayretleri boşa çıkmış papa, Fatih'i Hıristiyan yaparak Avrupa'yı kurtarmayı düşündü. Zaten uzun süredir Avrupa'da bu yönde söylentiler dolaşıyordu.

Fatih, Patrik Gennadius ile Hıristiyanlık aka­idi üzerine tartışmış ve patrikten İncil'in 20 bölümünün çevirisini de istemişti. Bu durum Batı'da birtakım şayialara sebep olmuş ve Fatih'in Hıristiyanlığa meylettiği yönünde birtakım fikirler ileri sürülmüştü. Ayrıca Fatih'in annesinin Hıristiyan olduğu ve oğlunu kendi dinine göre yetiştirdiği, Osmanlı sultanının Pater Noster'i ezbere okuyabildiği, hatta onun gizli bir Hıristiyan olduğu bile söyleniyordu. Aslında bütün bu dedikodular Hıristiyan dünyasının Türkler karşısında aciz kaldıkları için sığınacakları bir yer aramalarının sonucuydu.

Hıristiyan Ol

Papa III. Alexander, 1179'da Selçuklu Sultanı Kılıçarslan'a yolladığı, din değiştirmeye davet eden bir mektup göndermişti. II. Pius da 1461'de Fatih'e hitaben bir mektup yaza­rak birkaç damla su ile vaftiz edilmek sure­tiyle dünyaya hükmedeceğini söyleyerek, sultanı Hıristiyan­lığa davet etti.
Papa, Fatih'e dünya hakimiyetini vadediyordu ama arkasında daha büyük şeyler vardı. Bu dünyada her şey fani idi. İnsanlar ölürdü, krallıklar devrilirdi, şöhretler solardı. Daha güzel şeyler, her şeyden önce Hz. İsa ile kurtuluş aranmalı idi. Papa, "Böylece sen kuşkusuz en ünlü olacaksın, eğer bizimle basiretli İsa'ya hürmet edersen ve Konstantin'e benzersen.
Romalılar nasıl Konstantin'le Hıristiyan oldularsa Türkler de seninle birlikte olacak ve hükümdarlığın yeryüzünde tüm diğerlerinin üstünde olacaktır ve hiçbir çağ adına sessiz kalmayacaktır. Seni Latin, Yunan ve barbar (yabancı) harfleriyle kutlayacaklardır" diye yazar mektubunda.
Papa, Rönesans belagatinin bir örneği olan bu mektubu (Epistola ad Mahumetem/ Mehmed'e Mektup) Fatih'e göndermemiş veya gönderememiştir. Ancak mektup Fatih'in sağlığında 1469'da Köln'de, 1475'te ise Treviso'da basıldı.





Müslümanlığı Kabul Et

II. Pius, mektubunda yalnızca Hıristiyanlığın İslam'a üstünlüğünü kanıtlamaya çalışmıyordu. Papalık makamının ruhanî hakimiyeti altında bir Doğu İmparatorluğu kurmak istemişti. Sultan Mehmed'e Doğu'ya ve Balkanlar'a hakim olduğu gibi rahatça İtalya'ya hakim olamayacağını ispatlamaya çalışmıştı. II. Pius, Hıristiyan olmasına mukabil sultanın Bizans'ın fethini meşrulaştırmayı teklif ederek Batılı hükümdarlarını da korkutmayı ümit etmişti. Ancak mektubu göndermeye bile cesaret edememişti. İşin ilginç tarafı ise Prof. Dr. Kemal Beydilli tarafından Papa II. Pius'un epistolalarının, yani mektuplarının arasında tespit edilen Fatih'in Papa'ya cevabıdır. Fatih tarafından yazılıp, yazılmadığını tam olarak bilemediğimiz bu mektupta sultan, Papa'ya Müslümanlığı kabul edip, sünnet olması şartıyla şeyhülislamlık teklif etmiştir.

Osmanlıda Suç ve İşlenen Suçun Cezası

Osmanlı bildiğimiz üzere bir Türk-İslam devletiydi.Osmanlı Devleti kanunları İslami kriterlere uygun olarak Türk töresiyle harmanlanıp ortaya çıkan kanunlardan oluşur.
Dolayısıyla Osmanlı'da iki türlü kanun vardır:
-Şer'i Kanun:Bu kanun İslam'ın kanunlarına denirdi.Yüce kitabımız Kur-an'ı Kerim'in içinden Allah-u Teala'nın gönderdiği ayetlerden yola çıkarak uygulanırdı.
Örf'i Kanun:Bu kanun ise daha çok Türk töresinden gelen İslam'a da uygun olan kanunlar bütünüydü bu kanunlar yazılı olmayıp kuşaktan kuşağa geçerek var olmuştur.
Şeriatla yönetilen Osmanlı Devleti'nde şeriat kanunlarının caydırıcılığı ve suç işleyen kişinin kim olduğu gözetilmeksizin uygulanması Osmanlı'nın 600 yıllık tarihinde ortaya çıkan suç oranının düşük olmasına yetipde artan bir sebepdi.
Günümüzde İstanbul'un bir semtinde 1 yılda ortaya çıkan suç oranı 600 yıllık Osmanlı Devlet'nde ortaya çıkmamıştır.
Burdan Şeriat yönetiminin caydırıcı özelliklerinin işlenen suçları ne derecede azalttığını görebiliriz.
Öyleki yabancı diplomatların yazılarından gördüğümüz kadarıyla cezasının el kesme olduğu hırsızlık suçunun Osmanlı İstanbul'unda yılda 1 veya 2 kez ortaya çıktığını,esnafın kapısını kilitlemeden vakit namazlarına gittiğini yazmışlardır

.

Haçova Meydan Muharebesi'ndeki İlginç Olay

Savaşın başlarında tüm hatlarıyla Türk ordusunun merkezine yüklenen Avusturya ordusu Yeniçerileri de şaşırtan ateş gücü ile büyük kayıplar verdirdi. III. Mehmed'in de otağa çekilmesi ve Sadrazam İbrahim Paşa'nın da padişaha ordunun çekilmesini telkin etmesi ile orduda genel bir bozgun havası esmeye başladı .
Ancak savaşın kaderini değiştiren bir olay oldu bozulan Osmanlı ordusu karşısında yağma harekatına girişen kafir ordusu Osmanlı Ordu'sunun en diplerine kadar girmiş ganimet peşinde koşarken Osmanlı Ordusu'nun geri hizmetinde bulunan aşçılar,oduncular,çadırcılar,deveciler ellerine geçirdikleri odun,kepçe,kazma orak,tırpan gibi malzemelerle yağma ile meşgul olan kafirlere saldırdı.Yağma yaptığı için safları bozulmuş olan kafir ordusu bu direniş karşısında şaşırarak geri çekilmeye başladı bunu gören yeniçeri ve azap orduları düşmanı çember içine alarak ağır kayıp verdirdi ve Haçova Meydan Muharebesi zaferle neticelenmiş oldu.Bu savaşın kazanılmasında geri hizmetlilerin katkısı olduğundan bu savaş literatürde "Kepçe kazan Savaşı" olarak da bilinir

Timur ve Ordusunun Narası

"Dâr u gâr!" Yakala ve Öldür! anlamına gelen, Timur’un ordularının düşman üstüne koşarken söyledikleri nara.

Avusturya Diplomatı Busbecq'e Göre Osmanlı Yemek Kültürü

 

1550 yılında İstanbul'a gelen Avusturya diplomatı Busbecq'e göre Osmanlı'nın yemek kültürü
"Türkler obur değillerdir. Gayet az yerler, bir parça ekmekle beraber tuz, soğan ve yoğurt bulurlarsa yemek için başka bir şey aramazlar. Yoğurt ekşimiş süttür... Süte nazaran akıcı değildir. Türkler buna su ilave edip içine ekmek doğruyorlar. Bu, harareti teskin etmek için çok iyi bir sıvıdır. Hem besleyici hem de hazmı kolaydır. Kervansarayların hepsinde yoğurt mutlaka bulunur. Çünkü Türkler yolculuk sırasında sıcak yemek aramazlar. Yoğurt, peynir, üzüm gibi şeyler yerler. Üzüm, vişne gibi şeyleri kaynatıp toprak kaplar içinde saklarlar. Türklerin yiyecek, içecek masrafları o kadar azdır ki bizde bir adamın bir günlük yiyecek masrafı bir Türk’ün on günlük geçinme masraflarına denktir. En mükellef ziyafet sofralarında bile hamur işi tatlılar ve böreklerden pahalı şeyler bulunmaz. Bir de pirinçten yapılan bir yemekleri vardır. Üzerine koyun ve kuzu eti koyarlar. Hadım edilmiş horozu bilmedi gibi sülün, ardıç kuşu gibi kuşlardan haberleri bile yoktur. Bal yahut şeker şerbeti onlar için en mükemmel içecektir. Bununla beraber bir içecekleri daha var. Yeri gelmişken nasıl yaptıklarını da size anlatayım. Üzümü sıkıp suyunu bir ağaç fıçı içine dolduruyorlar. Sonra buna bir miktar sıcak su ilave ederek iyice karıştırıyorlar. Üzerini dikkatle örtüp iki gün dinlenmeye bırakıyorlar. Ekşime pek yavaş meydana geliyorsa biraz toprak ilave ediyorlar. Ekşimeye başladığında bunun tadına bakarsanız pek yavan gelir. Ama daha sonra ekşi bir lezzet alır ki biraz tatlı bir şeyle karıştırılınca çok hoş oluyor. Türkler bu içeceğe Arap şerbeti diyorlar. İstanbul'da pek bol bulunan karla soğutunca birkaç gün müddetle içilebiliyor. Fakat daha fazla zaman geçince iyice ekşiyor. O zaman şaraptan fazla tesir ediyor ve Türklerin dinine göre artık haram sayılıyor. Bu içecekten çok hoşlandığımızı itiraf ederim.

Svetlana Alliluyeva ve Babası Stalin

Svetlana Alliluyeva ve babası Stalin, 1935
Svetlana Alliluyeva, Soğuk savaş yıllarında komünizmi reddetmiş, CIA'in yardımıyla Amerika Birleşik Devletleri'ne göç ederek bu ülkenin vatandaşı olmuştur. Babası Stalin'i, hayatını mahveden ve onu ahlaki ve ruhani bir canavar olarak tanımlamıştır.

Svetlana Alliluyeva ve babası Stalin, 1935
Svetlana Alliluyeva ve babası Stalin, 1935

Selçuklu Dönemine Ait Seramik Tabak

Selçuklu seramik tabak, 12-13. y.y.
Selçuklu seramik tabak
Selçuklu seramik tabak

Attila ve Bulgarlar

Batı Hunlarının büyük imparatoru Attila, Bulgarlar tarafından, Avitohol adıyla Bulgar Kağanlarının atası kabul edilir.
Kaynak: Prof. Dr. Mirfatih Zekiyev, Türklerin ve Tatarların Kökeni, s.215, Selenge Yayınları (I.Baskı)
Bulgarların ata sırlaması: I. Attila, II. İrnik, III. İrnik'in oğlu, IV. Kubrat.
Çuvaş Türklerinin ata sıralaması: I. Mete, II. Attila, III. Organa(Kubrat'ın amcası), IV. Kubrat

Fatih'in İstanbul'un Fethinde Kullandığı Topların İngiliz Askerler Tarafından Çalınışı

Sultan Fatih'in İstanbul'un fethinde kullandığı toplar İngiliz askerleri tarafından çalınışı (1920)

Tarihten Enteresan Bilgiler

Arkeologlar tarafından İsviçre'de bulunan en eski ayak izi 5.200 yaşındadır.

Tuvalet sifonları milat önce 2000 yılından beri kullanılmaktadır.

Eski Mısırlıların kullandıkları yastıklar taştandı.





Dünyanın en uzun savaşı Hollanda ile İngilterenin kuzeyindeki Scilly adası arasında gerçekleşmiş ve tam 335 yıl sürmüştür. 1650 yılında adadaki kraliyet yanlılarına karşı Hollandalılar tarafından açılan savaş, tek bir kişi bile yaralanmadan, dalgınlığın farkedildiği 1985 yılında karşılıklı olarak sona erdirilmiştir.

Hristiyanların yılda en az bir kez günah çıkartması XIII. yüzyılın başlarında Latran konsilinde alınan bir kararla zorunlu kılınmıştır.

1923'te Adolf Hitler'i Nazi Partisi'nin liderliğine getiren seçimde, Hitler rakibinden sadece 1 oy fazla almıştı.

100 Yıl savaşları 116 yıl sürmüştür.
Birinci Dünya Savaşı'nda Fransa, ülkedeki tüm taksileri devraldı ve askerler cepheye bu taksilerle taşındı.

Mısırlılar'da, tırnağı koyu kırmızı başta olmak üzere kırmızının tonlarına boyamak aseletin simgesiydi. Toplumun alt kademelerine dahil olan insanlar ise ancak soluk renkler kullanbiliyorlardı.

Havadan çekilen ilk fotoğraf, Amerikan İç Savaşı sırasında bir balondan çekilmiştir.

Türkiye'de ilk uluslararası internet bağlantısı 12 Nisan 1993 tarihinde gerçekleşmiştir.

İncil’de kedilerin hiç bahsi geçmemektedir.

7. yüzyıl Meksika yerlileri Toltecler, düşmanlarını öldürmemek için savaşa tahta kılıçlarla gitmişlerdir

1.Dünya Savaşı sırasında askerlere sigara karne ile dağıtılmaktaydı.

Günümüz ordularına benzer ilk ordu M.Ö. 289 da Atilla tarafından kuruldu.

Geçtiğimiz son 3500 yılın, sadece 230 yılı savaşsız, barış içinde yaşanmıştır.

Tarihteki en kısa savaş 1989 yılında Zanzibar ile İngiltere arasında meydana gelmiş ve sadece 45 dakika sürmüştür.

1883 yılında, Endonezya’daki Krakatoa yanardağı patladığında, ortaya çıkan ses Amerika’nın eyaleti Texas’tan duyulmuştu.

1. Dünya Savaşı’nın ünlü pilotu Kızıl Baron’un gerçek adı Manfred Von Richtofen’dir.


1.Dünya Savaşı sırasında 13.700.000 kişi yaşamını yitirmiştir.

Fransa Kralı 14. Louis sudan nefret ederdi ve hayatında sadece 3 kez banyo yaptı.

Eski Roma’da erkeklerin ifade vermeden önce yemin ederken sağ ellerini testislerine koymaları adet olmuştu. İngilizcede tanıklık anlamına gelen “testimony” sözcüğüde buradan gelmektedir.

İskambil Kağıtlarındaki herbir K, gerçek bir kralı simgeler. Sinek K - Kral David; Kupa K - Şarlman; Maça K - Büyük İskender; Karo K - Julius Sezar''i sembolize eder.