Osmanlı'da Yükselme Dönemi

   

Osmanlı'da Yükselme Dönemi
Osmanlı'da Yükselme Dönemi
   


















Osmanlı İmparatorluğu Yükselme Devri veya Olgunluk Dönemi 29 Mayıs 1453 ile 11/12 Eylül 1683 arasındaki zamanları kapsar.Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluş Döneminden sonra geldiği kabul edilen bir dönemdir.

   İstanbul'un fethinden sonra başladığı kabul edilen yükselme döneminin çoğu tarihçilere göre II.Viyana Kuşatması'na kadar sürdüğü kabul edilir.Katip Çelebi,imparatorluğun yükselme döneminin 1593'te Celalilerin ortaya çıkmasına kadar sürdüğünü belirtirken,Naima 1683'teki Viyana Bozgununu bu dönemin bitişi ve yeni bir dönemin başlangıcı olarak ilan ediyor.

   Naima'nın İbn-i Haldun'un tarih anlayışına göre yapmış olduğu bu bölümlendirme sonraki dönemdeki bir çok Osmanlı tarihçileri tarafından da benimsenmiştir.İmparatorluk bu dönemde Kuzey Afrika'ya yayılmış,Doğu Avrupa'nın önemli kısımlarını zapt etmiş,o büyük Viyana kapılarına dayanmıştır.Doğuda ise tekrardan ortaya çıkan Safevi Devleti ile mücadele etmiştir.

Yükselme devrinde gerçekleşen önemli olaylar;

-İstanbul'un Fethi (1453)
-Ortodoks Kilisesi himaye altına alındı.(1453)
-Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ açıldı.(1453)
-Karamanoğulları Beyliği ortadan kaldırıldı.
-Mora Despotluğu ve Trabzon Rum İmparatorluğuna son verildi.
-Akkoyunlu Uzun Hasan Otlukbeli Savaşında mağlup edildi.
-Girit hariç Ege'deki tüm Venedik hakimiyeti sona erdi.
-Kefe,Sudak,Kırım Osmanlı himayesine girdi.
-Hersek,Kil ve Akkerman Osmanlı topraklarına katıldı.
-Modon,İnebahtı,Koron ve Navarin Osmanlı topraklarına katıldı.
-Osmanlı'ya karşı Safeviler tarafından Şahkulu isyanı çıkarıldı.
-Çaldıran Savaşı(1514) kazanıldı.
-Mercidabık(1516) ve Ridaniye(1517) Savaşının galibi olunarak Mısır ve Filistin Osmanlı himayesine girdi.Memlûk Devleti tarihe karıştı.
-Hicaz alındı,Hz.Peygamberin (sav) Kutsal Emanetleri İstanbul'a getirtildi,hilafet Osmanlı Hanedanı'na geçti.
-Mohaç Savaşı(1526) kazanıldı.
-Nice(1543) ve Korsika(1553) kuşatmaları kazanıldı.
-Viyana kuşatıldı ancak başarısız olundu.

Osmanlı'da Kuruluş Dönemi

Osmanlı'da Kuruluş Dönemi
Osmanlı'da Kuruluş Dönemi
   1299 yılına geldiği vakit o zamanlar Anadolu'da hüküm süren Anadolu Selçuklu Devleti çöküş süreci içerisindeydi.Bu yıllarda Osman Bey,arkadaşları ile Bilecik,Yarhisar ve İnegöl dolayları fethetti.Yenişehir fethedildi.Osmanlı Beyliği tarih 1299'u gösterdiği vakit resmen kuruldu.1302'de Bizans İmparatoru ve beraberindeki kuvvetler Osman Bey'i durdurmak için yola koyuldu.Osman Bey Bizans İmparatorluğu ile ilk savaşı olarak kabul edilen Koyunhisar savaşının galibi oldu.

   1326'da Osman Bey,Bursa şehrini kuşattı.Fakat kendisinin rahatsızlanması üzerine bu kuşatmanın kumandanı olarak Orhan Bey devam etti.Aynı yıl Bursa fethedildi ve başkent yapıldı.Döneminde kendi adına para bastırarak beyliği devlet haline getirdi.1329 tarihinde III.Andronikos'un başına bulunduğu Bizans ordusu ile Maltepe Savaşı'nı kazandı.1331'de İznik,1337'de İzmit'i ele geçirdi.Kendisinin döneminde devletin sınırları komşu Türk beyliklerinin toplarına doğru genişlemeye başladı.

   1345'te Karesioğulları Osmanlı Beyliği'nin egemenliği altına girdi.Bu sayede Osmanlı hem beyliğin donanmasından hem de Rumeli geçişlerine için alınması gereken önemi büyük yerlere sahip oldu.O,vakitte tah kavgaları ile meşgul olan Bizans yöneticilerinden Kantakuzen'e isteği üzerine yardım gönderen Orhan Bey,yardımının karşılığı olarak Gelibolu Yarımadasında bulunan Çipme Kalesi'nin sahibi oldu.Çimpe Kalesi'nin ele geçirilmesi ile Osmanlı Devleti,ilk rumeli toprağını kazandı.

   Bu olaylardan sonra gerçekleşen olaylar;

-I.Kosava Zaferi
-Niğbolu Zaferi
-Ankara Savaşı(Fetret Dönemi)
-Venediklilerle yapılan ilk savaş(Kaybedildi)
-Aydınoğulları,Germiyanoğulları,Menteşeoğulları ve Tekeoğulları Osmanlı egemenliği altına girdi.
-Macarlar ile Edirne-Segedin antlaşması imzalandı.
-Varna Zaferi
-II.Kosava Zaferi



Pasinler Savaşı

   Pasinler Savaşı
Pasinler Zaferi
Pasinler Savaşı
   
   Günlerden bir gün Sultan Tuğrul Bey,Anadolu'daki akıncı birliklerini kuvvetlendirip birleştirerek,Erzuruma doğru yola koyuldu.Bu olay üzerine Kutalmış Bey ve İbrahim Yınal Bey kuvvetlerini birleştirerek o devrin büyük şehirlerinden biri olan Erzuruma üzerine yürüdüler.

   İki yüz bine yakın nüfusuyla Erzurum,çok sayıda Ermeni ve Bizans birlikleri ile korunmaktaydı.Çok sağlam ve dayanıklı bir kalesi vardı.Selçuklu ordusunun üzerlerine doğru geldiği haberini alınca bu kaleyi sığınmayı doğru buldular.Fakat Selçuklu kumandanları kaleyi kuşattıkları vakit,çok fazla zayiat vereceklerini düşündüler.Düşmana meydan muharebesinde teklifinde bulundular.Sayıca kalabalık oluşuna güvenen düşman bu teklifi geri çevirmedi ve kabul etti.Pasin ovasında savaş kararı çoktan verilmişti.

   18 Eylül 1049'da iki taraf karşı karşıya geldi.Selçuklu ordusu bu savaşın kendileri için ne kadar değerli ve mühim olduğunu çok iyi biliyordu.Zaferi kazandıkları vakit Anadolu'nun kapısı Türklere açılacak ve böylece ebedî vatana kavuşmuş olacaklardı.Lakin yenilmeleri halinde ise işler çok daha zor olacak düşman birlikleri ilerleyecek hatta ve hatta toplarını bile kaybedeceklerdi.

   Bütün Selçuklu askerleri namazdan sonra Cenab-ı Hakka zafer ihsan etmesi için kitleler halinde duada bulundu.Şehidlik mertebesine erinceye kadar vuruşacaklarına dair birbirlerine ahdettiler.Birbirleriyle helalleştiler.

   Selçuklu ordusu,"Bismillah,Allahu Ekber,Hucüm!" emriyle birlikte üç koldan yıldırımı andıran bir hızlı düşmanın üzerine atıldı.Öyle bir hücum idi ki Bizans ordusu o zamana kadar ne böyle hücum görmüşdü,ne de işitmişti.Pasinler ovası adeta "Allah,Allah!" nidası ile çınlıyordu.Selçuklu ordusunda "Allah için vurun!" nâraları askeri şevke getiriyor vuruyor,vuruyorlardı.Çok geçmeden Bizans ordusunun merkezinde çözülmeler başladı.Durumu gören Kutalmış Bey, "Düşman yıldı koman aslnalarım" diyerek ön saflara doğru atıldı.İbrahim Bey ise yiğit askerleriyle birlikte düşman hatlarının gerisine sarkıp Bizans ordusunu çember içine aldı.

   Düşman savaştan çok kaçmanın yolunu arıyordu,fakat kaçamayanlar ise çoktan teslim oluyordu.Düşman kumandanı Liparit esir edildikten sonra Bizans askerleri tamamen savaşı bıraktı ve teslim oldular.Teslim olan generaller arasında tanınmış Aron ve Katakolon da vardı.

   Bu büyük muharebede zafer İslâm'ın olmuştu.!

   Pasinler Zaferi'yle,on beş araba dolusu ganimet ele geçirilmiş, ayrıca yüz bine yakın esir alınmıştı.Pasinler zaferi Selçuklu Devleti'nin gücünü Bizans'a ve bütün dünyaya göstermiş oldu.

   

Attila Han Kimdir?

Atilla Han
Attila Han
   Avrupa Hun İmparatorluğu’nun hükümdarı Attila, (Atilla ismiyle de geçmektedir), 395-453 seneleri arasında yaşamıştır. Attila’nın Hükümdarlık yaptığı yıllardaki fiziksel yapısının, “kısa boylu, geniş göğüslü, küçük gözlü, yassı burunlu ve ince gri sakallı ve bronz tenli” olduğu anlatılmaktadır.

   Gündüzleri bozkırda ve nehir kenarında odun, taş ve benzeri eşyaları taşıyıp güç kazanıyordu. Akşamları çadırda babası Boncuk han tarafından latince dersleri alıyordu. Babası vefat edince kardeşi Bleda ile yolları ayrıldı. Amcası Attila kol kanat gerdi ve kavimler göçüne katıldı amcası Rua ile. Batı Romayla Hunlular iş birliğindeydi. Bu nedenle Batı Romaya gitti ve lejyonerlerle eğitim aldı. Sık sık kolezyumda dövüşen Gladyatörleri izlemeye gidiyordu.

   Bu esnada ileride kendine rakip olacak olan Gladius  Aetus ile tanışır. 434 yılında Hun imparatoru ve Amcası ölünce imparatorluğu kardeşi Bleda ile  idare etmeye başladılar. İlşk eşi Nakara ile evlenir. Eşi  Nakara doğum esnasında ölür fakat erkek bebek sağlıklı doğar. Attila ilk iş olarak Burgutlar devletine 64 000 askerle saldırır ve krallarını öldürür.  Atilla Hanın Roma imparatorluğuna saldırı fikrini kardeşi Bleda karşı çıkar, kısa süre sonra Bleda çadırında sırtına hançerle ölü bulunur. Bu cinayeti kimin işlediği sonsuza dek sır kaldı. batı  Roma impartorluğunu velihatı 3 uncu Valentinus kız kardeşi Augusto Honoria Çılgın deli lakaplı Atilla nişan yüzüğünü göndermişti. Avrupa Büyük Hun Devleti  Kralı Atilla Bu yüzüğü Batı Romaya karşı kullanmak için sakladı. III Valentinus kısa süre sonra tahta geçer. Atilla Nişan yüzüğünü Kral Valentinus gönderir.  Nişanlısı Honoria ve nişan armağaını olarak Batı Roma imparatorluğunun yarısını istemektedir. Bu teklif red edildi ve savaş sinyallari verildi.

   Hun İmparatoru Roma imparatorluğuna saldırmak için karpat,iskandinav,kırım en iyi savaşçılarını topladı.Roma Komutanı Aetus Atillanın ordusunu nasıl durduracağını biliyordu planlar yaptı ve bu orduyu yorması gerekmekteydi. Aetus Atilla ve ordusunu önce Strasbourg(Strazburg) şehrine çekti göster kaç taktiğiyle Köln şehrine kadar çekti ve en son paris şehrinede doğru kaçtı. Ovada 2 ordu çarpışmaya başladı. Baltalar oklar,dikenli topuzlar, mızraklarla savaş şiddetli bir şekilde geçiyordu. Savaş bitti Aetus geri çekildi. Ovada 400 000 bin ceset vardı. Atilla Han Aetusu takip etmek yerine İtalyaya saldırmayı düşündü. Araya giren Papa Büyük Leon Roma ve hun devletlerini barış sağladı. Atilla Budine geri döndü. 2 yıl sonra Germen soylusu birinin kızı ile evlendi. Düğün sonrası gerdek gecesinde burnundan kan gelmiş şekilde ölü bulundu(453). 

   Ölümünün ardından tartışılmaya devam edilen Attila, Avrupalılar tarafından barbar olarak görülse de, Macar halkı ve Türk tarihi açısından bir kahraman olarak nitelenmektedir. Ancak Attila, nasıl anılırsa anılsın, bugünkü orta Avrupa görüntüsüne, görkemli yapılara, göçlere, savaşlara, akınlara, istilalara neden olarak, tarihe damga vuran büyük imparatorlar arasındaki yerini almıştır.

Avrupa Hun Devleti

Avrupa Hun Devleti
Avrupa Hun Devleti
   Kuzey Hun Devleti’nin yıkılmasından sonra, önce Aral Gölü çevresi,sonra Ural ve Volga ırmakları arasına yerleşen Hunlar, 4. yüzyıl ortalarında tekrar batıya doğru göçe başladılar. Hazar Denizi ile Aral Gölü arasında yaşayan Alanların topraklarını ele geçirdiler. Balamir’in yönetimindeki Hunlar, 375 yılında Avrupa’ya doğru ilerlediler. Bu sırada Karadeniz’in kuzeyinde ve Doğu Avrupa’da Gotlar, Gepitler ve Vandallar gibi Germen kavimleri yaşamaktaydı. Bu Germen kavimlerinin dışında aynı bölgelerde daha başka Doğu Germen kavimleri ile Slav ve İran kökenli çeşitli kavimlerde yaşamaktaydı.
Böylece Hunların harekete geçtiği bu kavimlerin birbirlerini yerlerinden atarak batıya doğru yaptıkları akınlar, büyük bir kavimler hareketını başlatmış oluyordu. Avrupa’nın bugünkü etnik yapısının oluşmasında büyük oranda etkisi olan Hunların neden olduğu bu kavimlerin hareketine Kavimler Göçü adı verilmektedir (375). Büyük Hun Devleti’nin yıkılmasından sonra Çin, Asya’da tek güçlü devlet olarak kaldı. Çin egemenliği altında yaşayan Hun boyları, 4. yüzyılda Çin’de çıkan karışıklıklardan yararlandılar. Bunun sonucu olarak yeni Hun devletleri kurdular. Bunların en önemlileri, Kuzey Liang ve Tabgaç (To-pa) devletleridir.

   Hunlar, 378 yılında ilk kez Tuna nehrini geçtiler ve Roma İmparatorluğu'ndan bir direniş görmeden Trakya'ya kadar ilerlediler. Hunların Macaristan içlerine kadar uzanan akınları karşısında tutunamayan barbar kavimler, Roma İmparatorluğu sınırlarını zorlamaya başladılar.Roma imparatoru I. Theodosius'un 395 yılında ölmesi üzerine, Hunlar, yeniden harekete geçtiler. Bu tarihlerde Hunların ağırlık merkezi, Hazar denizi ile Volga dolaylarıydı. İki cepheden hareket eden Hunların bir kısmı Balkanlardan Trakya'ya inerken, diğer bir kısmı da Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya girdiler. Anadolu'ya giren Hunlar, Çukurova ve Suriye'de bir süre kaldıktan sonra tekrar Karadeniz'in kuzeyindeki topraklara döndüler (395-396).

   Balamir'den sonra başa geçen Uldız zamanında Hunlar, Karpat dağlarını aştılar ve Macaristan'a girdiler.

   Macaristan’da devleti kurdu.

   Hun Devleti'nin dış siyaseti, Uldız zamanında belirlendi.

   Avrupa Hun Devleti’nin Dış Siyaseti : Buna göre, Doğu Roma (Bizans) sürekli baskı altında tutulacak, barbar kavimlere karşı Batı Roma ile iyi ilişkiler içinde bulunulacaktı. Bunun nedeni, Roma'nın düşmanı barbar kavimler aynı zamanda Hunların da düşmanı oldukları için, Batı Roma ile iyi ilişkiler içinde olmak gerekliydi.

   Uldız'ın Tuna boylarına kadar ilerlemesi, Kavimler Göçü'nün ikinci büyük dalgasını başlattı. Bunun sonucu olarak, barbar kavimler Roma topraklarına girmeye başladılar. Batı Roma, sınırlarını aşan barbar kavimleri durdurmada güçlük çekiyordu. Batı Roma'nın yardım isteği üzerine Uldız, Radagais idaresindeki barbar kavimleri, bu günkü Floransa'nın güneyinde yenilgiye uğrattı (406).

   Bizans’ı baskı altında tutmak için Trakya üzerine yürüdü. 409 yılında Tuna'yı geçen Uldız, bu hareketiyle Bizans'a Hun gücünü bir kez daha hissettirdi. Kendisiyle barış görüşmeleri için gönderilen Bizans elçisine, "Güneşin battığı yere kadar her yeri zapt edebilirim" diyerek, meydan okudu. Bizans anlaşma yaparak Hunların üstünlüğünü kabul etti.

   V. yüzyılın başlarında Hunlar, doğuda ve batıda kazandıkları başarılar sonucu, merkezî birliğe sahip güçlü bir devlet olarak ortaya çıktılar. Sınırları Orta Avrupa’dan Hazar’ın doğusuna kadar uzanıyordu.

   Karaton'dan sonra 422 yılında, Hun hükümdar ailesine mensup dört kardeşten (Rua, Muncuk, Aybars, Oktar) Rua, devletin başına geçti. Attila’nın babası olan Muncuk, erken ölmüştü.

   Devletin doğu kanadını Aybars, batı kanadını ise Oktar yönetiyordu.

   Rua, dış politikada Uldız'ın siyasetini izledi.

   BALKAN ( BİZANS) SEFERİ ( 422) :Rua, Bizans'ın, Hun ordusunu isyana kışkırtmak ve bağlı kavimleri Hunlardan ayırmak amacıyla Hun topraklarına gönderdiği casusları ileri sürerek, Balkan seferine çıktı (422). Hiçbir direnme göstermeyen Bizans, ağır bir yıllık vergi ödemek zorunda bırakıldı.

   Bu sırada Batı Roma İmparatorluğu iç karışıklıklar içinde bulunuyordu. Bu durumdan yararlanmak isteyen Bizans İmparatoru II. Theodosius (408-450), İtalya üzerine ordu ve donanma gönderdi. Bu durum, Batı Roma’yı, Hun hükümdarı Rua'dan yardım istemek zorunda bıraktı. Rua, 60 bin kişilik bir kuvvetle İtalya üzerine yönelince II. Theodosius (II. Teodosyos), savaşa cesaret edemeyip, kuvvetlerini geri çekmek zorunda kaldı.

   Bizans, Hunların tüm baskısına rağmen yine de Hun idaresinde yaşayan kavimleri kışkırtmaktan geri kalmıyordu. Bunun üzerine Rua, Bizanslı tüccarların Hun ülkesinde ticaret yapmaları ve ücretli asker toplamalarını yasakladı.

   Rua, Bizans'a sığınan Hun kaçaklarının geri verilmesi ile uğraştığı sırada, 434 yılında öldü.


   Rua'dan sonra Hunların başına Attila ve Bleda, birlikte geçtiler (434).

   Attila, babası Muncuk'un ölümünden sonra amcası Rua'nın yanında yetişmiş, birlikte savaşlara katılmış, devlet yönetimini ve Hun siyasetini öğrenerek tecrübe kazanmıştı.

   Büyük kardeşi Bleda ile birlikte tahtı paylaşmakla beraber, tüm yetkiler Attila'da olmuştur. Bleda'nın 445 yılında ölmesi üzerine Attila tek başına hükümdar oldu.

Attila'nın amacı, büyük bir devlet kurmak, Doğu ve Batı Roma imparatorluklarını egemenlik altına almaktı.

Avrupa Hun Devleti’nin en parlak zamanıdır.



Margos Barışı (434) :

Attila, Hun-Bizans ilişkilerini yeniden düzenlemek istiyordu. 434 yılında Hun sınırına gelen bir Bizans elçilik heyeti, bu konuda Attila'ya beklediği fırsatı verdi. Bizans elçilerini, Tuna ve Morova nehirlerinin birleştiği yerdeki Margos kalesi önünde karşılayan Attila isteklerini, barış koşulları olarak yazdırdı.

Maddeleri:

a) Bizans, Hunlara bağlı kavimlerle görüşmeler ve anlaşmalar yapmayacak,

b) Bizans , kendine sığınan Hunları geri verecekti.

c) İki ülke arasındaki ticaret, ancak sınır kasabalarında yapılacaktı.

d) Bizans, ödemekte olduğu vergiyi iki katına çıkaracaktı.



Attila, bu anlaşmadan sonra ülkenin doğu bölgesini denetimi altına aldı. Volga boylarındaki Ak-Oğurların ayaklanma girişimlerini bastırdı (435). Bu sırada iç karışıklıklar içinde bulunan Batı Roma, Hunlardan yardım istemek zorunda kaldı. Bu yardım sırasında Oktar komutasındaki bir Hun ordusu, Burgondlara karşı büyük bir zafer kazandı (436).

NOT: Hun-Burgond mücadelesi, Almanların ünlü Nibelungen destanlarının kaynağı oldu.



   ATİLLA'NIN SEFERLERİ

   1- I. Balkan Seferi (441-442)

   Sebebi : Bizans'ın, Margos Antlaşması'nın koşullarını yerine getirmemesi üzerine, Attila, Bizans üzerine sefere çıktı.

   Olay: Doğu Trakya'ya kadar ilerleyen Attila, Batı Roma'nın araya girmesi üzerine, Bizans ile yeni bir antlaşma yaptı (442).

   Antlaşma Maddeleri: Bizans, ödemekte olduğu vergiyi artıracaktı. Bu sefer sonunda, Tuna boyundaki kaleler Hunlara geçti.

   Önemi: Böylece, Balkanlar'ın yolu Hun ordularına açılmış oldu .



   2- II: Balkan Seferi (447)

   Sebebi : Bizans'ın antlaşma koşullarına uymaması ve yıllık vergisini ödemek istememesi üzerine, Attila yeniden sefere çıktı (447).

   Savaş: İkiye ayrılan Hun ordusunun bir kolu, Yunanistan'a girip Teselya'ya kadar ilerledi. Atilla'nın yönetimindeki diğer kol ise, Sofya, Filibe ve Lüleburgaz şehirlerini ele geçirip, Büyük Çekmece önlerine kadar geldi.

   Sonucu: Bizans İmparatoru II. Theodosius'un elçisi Anatolyos, Attila tarafından kabul edildi ve anlaşmaya varıldı.

Anatolyos Barışı :

a) Bizans'ın ödediği yıllık vergi üç katına çıkarılacak,

b) Bizans, savaş tazminatı ödeyecek,

c) Tuna'nın güneyinde beş günlük mesafedeki yerler askerden arındırılacaktı.



   Bizans için yerine getirilmesi en zor koşul, yıllık verginin ödenmesiydi. Bizans imparatoru II. Theodosius, kurtulmak için, Attila'yı, bir suikast sonucu öldürmeyi plânladı. Bu durumu önceden haber alan Attila, Hun başkentine gelen elçilik heyetindeki suikastçıya, suçunu itiraf ettirdi. Attila, bu olay üzerine, imparatora ağır bir mektup gönderdi (448).

   Attila, güç kullanarak Bizans'ı cezalandırma yoluna gitmedi. Bunun sebebi, Attila'nın, Bizans'ı yeter derecede yıpratmış olduğuna ve onlardan ülkesine bir zarar gelmeyeceğine inanmasıydı.

   Bu sırada Hun siyasetinde de bir değişiklik görülmekteydi. Bizans'ı tamamen kendine bağlı kabul eden Attila, artık Batı Roma'ya yönelme zamanının geldiğine inanıyordu.



   3- Batı Roma (Galya) Seferi (451)

   Sebebi: Bizans üzerinde kesin hâkimiyet kurduğuna inanan Attila, bu sefer Batı Roma'ya yöneldi. Attila, Batı Roma üzerine yapacağı sefere, bir bahane yaratmak için harekete geçti. Kendisine daha önce bir nişan yüzüğü gönderen İmparator III. Valantien'in kız kardeşi Honorya'nın (Honoria) teklifini kabul ettiğini bildirdi. Çeyiz olarak da, imparatorluğun yansını istedi. Attila, isteklerinin kabul edilmemesi üzerine, bunu savaş nedeni sayıp harekete geçti.

   Savaş: 451 yılı başlarında Orta Macaristan'dan batıya doğru harekete geçen Hun kuvvetlerinin yarısı Türk; diğer yarısı, bağlı kavimlerden meydana geliyordu. Hun ordusu, Paris yakınlarında Orleans'a vardığında, Aetyus (Aetius) komutasındaki Batı Roma ordusu savaş düzenini almış durumdaydı. İki ordu, Katalon ovasında karşılaştı.

Sonuçları:

1) Bir gün süren savaşı kimin kazandığı belli değildir. Ancak, Romalı General Aetyus'un bu savaştan sonra gözden düşmüş olması ve bir yıl sonra Roma üzerine yürüyen Attila'nın karşısına kuvvet çıkaramamaları, Romalıların bu savaşta çok büyük kayıplar verdiklerini göstermektedir.

2) Atilla'nın, bu savaşın sonucunda amacına ulaştığı görülmektedir. Attila' hin amacı, Batı Roma İmparatorluğu'nun asker deposu durumunda olan Galya'yı saf dışı etmekti. Bu nedenle, önce Galya (Fransa) üzerine yürüyen Attila, Roma'nın müttefiklerinin savaş gücünü kırarak Roma’yı desteksiz bıraktı.



4- İtalya Seferi (452)

   Attila, 452 yılında, 100 bin kişilik ordusuyla Alpleri aşarak İtalya'ya girdi. Roma İmparatorluğu'nun o zamanki başkenti Rovenna yakınlarına kadar geldi. Roma, Attila'nın karşısına çıkaracak bir kuvvet bulamadı. Roma büyük bir korku içine düştü. Senato, ne olursa olsun barış yapmak kararındaydı. Bu amaçla, barış görüşmeleri için Papa I. Leon'un başkanlığında bir heyet, Attila'nın yanına gönderildi.

   Papa I. Leon, Attila'dan, tüm Hristiyanlik dünyası adına Roma’yı bağışlamasını istedi. Attila, Papa'nın ricasını kabul ederek geri döndü. Attila, geri dönüşünde, Bizans'ın olduğu gibi, Batı Roma'nın da kendisine bağlandığı düşüncesindeydi.

   NOT: Roma’nın Hıristiyan dünyası için kutsal bir merkez olması ve Roma’yı 419 yılındsa yağmalatan Got kralının aniden ölmesini uğursuzluk sayması Atilla’nın bu kararında etkili olmuştur.

   Bizans ve Batı Roma İmparatorluğu'ndan sonra sıra, İran'da hüküm süren Sâsânî İmparatorluğu'na gelmişti. Bu devletin de egemenlik altına alınmasıyla Hunlar, dünya egemenliğini gerçekleştirebileceklerdi. Ancak, Attila, İtalya seferi dönüşünde ölünce, bu sefer gerçekleştirilemedi (453).



   AVRUPA HUN DEVLETİ'NİN YIKILIŞI

   Atilla'nın ölümünden sonra yerine geçen oğulları İlek, Dengizik ve İrnek, babalarının yerini tutamadılar.

Taht için yapılan kavgalar, Hunları zayıf düşürdü.

Bunun sonucu olarak, bağlı kavimler isyan ettiler.

İlk olarak tahta çıkan İlek, ayaklanan Germen kavimleriyle savaşırken öldü (454).

   Dengizik, cesur biri olmakla beraber, ülkenin siyasî bütünlüğünü sağlayabilecek yeteneklerden yoksundu. Birliği yeniden sağlamak ve devlete eski gücünü kazandırmak için Bizans'la giriştiği savaşta öldü (469).

   İrnek, büyük kardeşlerinin ölümünden sonra, Orta Avrupa'da tutunmanın zor olacağını anlayarak, Hunların büyük bir kısmı ile, Karadeniz'in kuzeyindeki geniş düzlüklere çekildi. Hunların bir kısmı buradan Orta Asya'ya dönerken, bir kısmı da Avrupa'ya doğru ilerleyen Avarlara katıldılar. Avarlara katılanlar, daha sonra Macarların ve Bulgarların ortaya çıkışında önemli rol oynadılar.

Vladimir İlyiç Lenin Kimdir?

Vladimir İlyiç Lenin
Vladimir İlyiç Lenin
   Rus Komünist Partisinin kurucusu, sosyalist fikirlerin ilk tatbikçisi, yazar, ihtilâlci ve diktatör. Asıl adı Vladimir İlyiç Ulyanov’dur. “Lenin” lakabını Rus Komünist İhtilâlinde aldı. 1870’de Volga Nehri üzerindeki Simbirs (bugünkü ismi Ulyanovsky) şehrinde doğdu ve 1924’te Moskova’da felçli vaziyetteyken, tekrar tekrar gelen kalb krizinden öldü.
Aslen Yahûdî olup, babası eğitim müfettişiydi. Annesi Alman asıllı köylü bir kadındır. Alman kültürüyle yetişen Lenin, beş kardeşti. Ağabeyinin, Rus Çarı Üçüncü Aleksandr’a karşı düzenlenen başarısız bir sûikast sonucu yakalanıp îdâm edilmesi, ihtilalci fikirlerini hızlandırdı. İlk ve orta öğreniminden sonra 1891’de Kazan Üniversitesinde hukuk tahsili yaparken ihtilalci faaliyetleri sebebiyle okuldan kovuldu. Petersburg (Leningrad) Üniversitesinde başladığı hukuk tahsilini de tamamlayamadı.
   Kendisini Marksizm’i ve Marks’ın kitaplarını okuyup fikirlerinin Rusya’da sosyal ve siyasî açılardan nasıl tatbik edilebileceğini araştırdı. Açlık ve topraksızlık sebebiyle şehirlere akın eden köylülerin, 1880’lerden îtibâren sanâyinin gelişmesi sonucu, “işçileşmesi” meselesi üzerinde durarak “İşçi Sınıfının Kurtarılması İçin Savaşanlar Birliği” isimli marksist dernekte faal rol oynadı. Rus Sosyal Demokrat Partisine girip, hareketli çalışmalarda bulundu. 1895’te gittiği İsviçre’de Plekhanov ile buluştu ve Rusya’ya dönüşünde Çarlık rejimi aleyhtârı çalışmaları sebebiyle Sibirya’ya sürüldü. 1897’den 1900 yılına kadar burada kaldı. Sibirya’da kendisi gibi sürgün edilmiş olan Marksist Nataşa Konstantinova Krupskaya ile tanışıp evlendi. 1894’te Rus Narodnik (Halkçılık) hareketini tenkit eden Halkın Dostları Geçinenler Kimlerdir? ve 1897’de yazdığı Ekonomik Romantizmin Vasıfları isimli eserleri ile başlattığı tartışmaları, 1899’da sürgünde yazdığı Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi (Razvitle Kapitalizma ve Rossii) isimli eseriyle tamamladı.
   1900 yılında sürgünden dönünce, 1898’de Minsk Kongresinde kurulan ve Sovyet Komünist Partisinin başlangıcı olan, Rus Sosyal Demokrat Partisince, teşkilâtlandırma ve propaganda faaliyetleri için Avrupa’ya gönderildi. İsviçre’de,Iskra (Kıvılcım) gazetesini çıkararak Marksist fikirlerini yaymaya başladı. Bu gazete gizlice Rusya’ya da gönderilip dağıtılarak, sınıf kavgalarına zemin hazırlandı. 1903’te Brüksel ve Londra’da toplanan Rus Sosyal Demokrat Partisi, Lenin ile Plekhanov’un fikir ayrılığına düşmesi sebebiyle ikiye ayrıldı. Lenin’in tarafını tutanlara “bolşevik”, Plekhanov ve Troçki’nin tarafını tutanlara “menşevik” denildi. Bölünme, Rusya’da marksist ihtilalin gerçekleştirilmesinde partinin rolünün nasıl olması gerektiği konusunda oldu. Lenin, partinin profesyonelce yetişmiş kimselerden teşekkül etmesini ve ihtilalin işçi sınıfı önderliğinde yapılması gerektiği tezini savunuyordu. “Bana profesyonel bir ihtilalci teşkilât verin, Rusya’nın altını üstüne getireyim.” diyordu. Muhtelif zamanlarda yapılan uzlaştırma teşebbüsleri neticesiz kaldı ve 1912 Prag Kongresinde yoğun faaliyetlerine devam etti. Lenin, bolşevikleri ihtilâle hazırlayarak, eğitim ve teşkilatlandırma faaliyetlerini hızlandırdı.
1905’te menşevik Troçki’nin önderliğinde Petersburg’da girişilen ayaklanma ile Petersburg ve Moskova’da işçi sovyetleri (kurulları) kuruldu.
   Çarlık Rusya’sının merkezi Petersburg’du. Çar’ın kuvvetleri bu ayaklanmayı bastırdı ve Çar İkinci Nikola, anayasalı meşrutî bir idâreye geçerek bâzı hürriyetler verdi. Duma(Millet Meclisi)yı topladı. Lenin ayaklanmayı desteklemek için Rusya’ya döndü ve 1907’de tekrar Avrupa’ya kaçtı. Daha çok İsviçre ve Fransa’da dolaştı. 1909’da Alman Sosyal Demokratlarının “revizyonist” düşüncelerine karşı Materyalizm ve Emperyalizmin Tenkidi isimli eserini yazdı. Bunda Marks’ın düşüncelerini anti-materyalizm olarak yorumlayanları “revizyonistlik” ile suçlayıp tenkid etti.
   Bu yıllarda Pravda (Gerçek) gazetesini çıkaran Lenin, yazılarında David Hume, Kant ve Tolstoy’u tenkit etti. Marksizm ve sosyalizmde gâyenin dîni kaldırmak olduğunu ifâde ederek, taraftarlarından bu fikir doğrultusunda her türlü faaliyette bulunmalarını istedi. Particilik ve sınıf kavgalarına dâir yazılarının açıklandığıProleter İhtilalin Askerî Programı kitabında; “Kardeş harpleri de harptir. Kim sınıf mücâdelesini tanırsa, ülke içindeki kardeş harplerini reddedemez. Bunu reddetmek, sosyalist ihtilalden vazgeçmek olur.” diyordu. “Sınıflar kavgasında ahlâk kaidelerine bakılmaz. Ahlâk, proleteryanın zaferi için çalışmaktır. Bu zaferi sağlayacak kuvvet, partidir”, “Parti, aktif çalışmalar yapacak teşkilâtlı bir gruptur. Bir ileri karakoldur. İşçiler partinin idâresine karışmazlar. Onlar, parti tarafından idâre edilirler.” “Rusya’da sosyal demokrasi kurulamaz. Bu dâva fikir tartışmaları ile yürümez. Dâvayı zafere, yavaş bir iktisâdî gelişme değil, ânî ve sert çıkışlar götürebilir. Hürriyet içinde ihtilal olmaz. İhtilal, otorite ve istibdat, demektir. Kapitalizmden sosyalizme geçiş devresinde diktatörlük vardır.” “Mümkün olduğu kadar aktif olanları öldürünüz ki, bize az iş kalsın.” tezleriyle Leninizm’in teorik esaslarını ortaya koydu.
   Birinci Dünyâ Savaşının başlangıcında İsviçre’de bulunan Lenin, bu savaşı, emperyalist devletlerin dünyâyı paylaşma kavgası olarak vasıflandırdı ve bunun, sınıflar arası bir savaş hâline dönüştürülme yollarını sağlamaya çalıştı. Bu düşüncelerine 1917’de yazdığı Emperyalizm, Kapitalizmin Son Aşaması(İmperialism Kak Vışşaya Stadio Kapitalisma) isimli eserinde yer verdi. Savaşta, Rusya’nın karşılaştığı güçlükler ve Çanakkale Boğazının açılmaması sebebiyle müttefiklerinden yardım alamaması yüzünden ülkede açlık başgösterince, Petersburg’da bolşevik ve menşeviklerin katıldığı gösteriler bir anda ihtilâle dönüşerek, işçi ve asker sovyetleri idâresi kuruldu. 16 Mart 1917’de Çar’ın istifasıyla üç yüz yıllık Romanof Hânedânı sona erdi ve Prens Lvov başkanlığında geçici liberal bir hükümet kuruldu.
Harp hâtıralarında; “Lenin’i Rusya’ya göndermekle hükümetimiz büyük bir sorumluluk altına girmiştir. Ama askerî bakımdan bu hareket iyi netice verdi. Rusya’yı yere sermek lâzımdı.” diye bahseden Alman generali Von Ludendorf; 17 Nisan 1917’de bol para ve imkânlarla Lenin’i Almanya’dan gizlice trenle Rusya’ya soktu. Savaşın, emperyalizmin vâsıtası olup, bir gâyeye teşvik etmeyeceğini, asıl hedefin sosyalizmin zaferi olduğunu yayan Lenin, “Askerler, evinize dönünüz, toprak sâhibi olunuz.” çağırısını yaptı.
   Rus Çarlık rejiminin yıkılmasına kadar katıldığı Birinci Dünya Savaşına devam kararı veren geçici hükümetin Temmuz ayında doğu cephesinde giriştiği taarruz başarısızlık ile neticelenince “bütün iktidar sovyetlere” sloganıyla, barışın imzâlanması, köylüye toprağın, işçiye fabrikaların verilmesini savunarak Lenin’in düzenlediği ve menşevik Troçki’nin de katıldığı isyan, Lvov’un çekilip, Kerensky’nin başbakan oluşuyla bastırıldı. Troçki tevkif edildi. Lenin ise Finlandiya’ya kaçtı. Burada 1917’de yazdığı Devlet ve Devrim (Gesudarts Voi Revolyutisiya) kitabında proleterya diktatörlüğünü târif ederek, işçi ve köylülerin iktidâra gelmesiyle sınıf ayrılıklarının kalkacağını iddia ediyordu.
   Bu sırada ülkenin durumunda büyük bir karışıklık başgöstermiş, köylüler zenginlerin çiftliklerine hücum etmeye başlamışlar, otorite ve düzen diye bir şey kalmamıştı. Eylülde serbest bırakılan Troçki önderliğinde 7 Kasımda Kerensky’nin hükümet sarayına karşı saldırıya geçen bolşevik Askerî İhtilal Komitesi, iktidârı ele geçirdi.Lenin gizlendiği Smolny Enstitüsünden çıkarak Petersburg’a geldi. İlk yaptığı iş çarlığın gizli belgelerini açıklayarak savaştan çekildiğini îlân etmek ve Almanlar ile antlaşma imzalamak için teşebbüse geçmek oldu.
   Yirminci yüzyılın en mühim siyasî hâdiselerinden sayılan Bolşevik İhtilali ile iktidârı ele geçiren Lenin, 25 Kasım 1917’de Kurucu Meclis seçimlerine gitti. Bütün parlak sözler ve vaatlere rağmen 35 milyon reyden sadece dokuz milyonunu alarak 707 üyeden 175’ine sâhib oldu. Bunun üzerine Kurucu Meclisi dağıtarak proleterya diktatörlüğünü ilân etti. Stalin ile beraber 2 Aralık 1917’de yayınladığı beyannâmede Rusya’daki Müslümanlara “çarlar ve zâlimler tarafından dinleri tahkir edilen Müslümanlar! Dîninizin ve kültür müesseselerinizin serbest olduğunu bildiriyoruz.” şeklinde propaganda yaptıysa da Müslümanları inandıramadı. Toprak mülkiyeti bir kararnâme ile kaldırıldı. Sanâyi müesseselerini devletleştirdi. İhtilâlin devâmı için Kızılorduyu ve “diktatörlüğümüzün kılıcı, sert gözü” diye tavsif ettiği ÇEKA’yı kurdurdu. Muhalefetin insafsızca ezilmesi, gizli polis terörü ve Lenin’in “barış, ekmek, toprak” sloganları halkın arasında yankılar uyandırdı. Başkenti Petersburg’dan Moskova’ya taşıdı ve komünist ihtilâli diğer ülkelere de yaymak için Üçüncü Enternasyonali kurdu. Gelişmelerden şikâyet eden birisine; “Bu bir Rus meselesi değildir. Bu, dünyâ ihtilâli yolunda geçmemiz gereken bir aşamadır.” cevabını verdi.
   İhtilalden sonra komşu ülkeler ile savaşlar ve iç harpler devam etti. 1918 yılında ilk Sovyet anayasası îlân edildi. Buna göre Sovyetler Birliği sâdece proleterya sınıfının devleti sayılıyordu. 1918-22 yılları arasında ihtilâle karşı ayaklanan Vrangel ve Denikin’in Beyaz Rus orduları ile mücâdele edildi.
   Lenin’in icrââtları ve komünizm idâresi Rusya’nın durumunu düzeltmedi. Komşu ülkelerle mücadeleler ve iç harpler devam etti. Köylüler dağıtılan toprakların tapusunu isteyip, verilenlerin ihtiyaçlarını karşılamadıklarını ileri sürdüler. Şehirden ayrılıp köylere gelen sekiz milyon kişi de toprak istedi. Tarlalarda, fabrikalarda, mâdenlerde, petrol kuyularında ve demiryollarında İstihsal faaliyetleri aksadı. Buğday istihsâlinde Çarlık Rusyası rakamlarına ancak 1960’larda ulaşılabildi. Gıdâ maddesi ve mamul eşyâ temini güçleşince açlık tehlikesi, mal darlığı ve karaborsa başgösterdi. Lenin, icrâatlarının memnuniyetsizliklere sebebiyet vermesi üzerine sert tedbirler aldı. Her şey önceden planlandığından ÇEKA ve Kızılordu memnuniyetsizliklere ve muhâlefete, katliamlar ile cevap verdi. Sâdece Kiev’de 1919 yılında Lenin’in propagandalarına katılmayan on bin aydın Rus subayı, zarar yapılmayacağı vaadi ile teslim alınarak hepsi, erkek çocukları ile îdâm edildi. Hanımları da genelevlere konulup, kızılordu erlerine teslim edildi. Uğradıkları büyük hakâretlere ve hunharca tecâvüzlere tahammül edemeyen bu kadınlar, kısa sürede öldüler.
   İhtilâlin başlangıcından îtibâren Sovyetler Birliğinde Lenin’in yedi senelik iktidârı devrinde otuz iki milyon insan hayatını kaybetti. 1922’de karşı güçler bertaraf edilerek, SSCB kurulmuş oldu. Böylece dünyâ târihinin en büyük zulüm imparatorluğu ortaya çıktı. Sovyetlerin, İkinci Dünyâ Harbindeki insan zayiatı, sâdece Lenin zamânında katledilenlerden azdır.
   1917’den itibâren uygulanan Harb Komünizmi 1921’de biraz liberalleştirilerek yeni iktisat siyâseti (Novoya Economic Politicaya) (NEP) tatbikata konuldu. Soukhozlara paralel olarak Kolhozlar kuruldu (Bkz. Kolhoz). Kontrol ve parti disiplini şiddetlendirildi.
   Lenin’in, Halk Komiserleri Şûrası ve Komünist Parti Başkanıyken 1922 yılında başlayan krizleri, 1923’te tekrarlayarak, onu konuşamaz hâle getirdi. 21 Ocak 1924 günü gelen kalp krizinde ölen Lenin, Moskova’da yapılan büyük, özel bir yere kondu. Yerine Stalin geçti.
   Lenin öldükten sonra fikirlerinin, “Leninizm” ismiyle bütün dünyâda propagandası yapıldı. Esası; din düşmanlığı, önce yalan ve yaldızlı sözlerle aldatmak, sonra zulüm ve işkence ile yok etmektir. 1990’dan sonra Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Lenin’in fikirleri de yargılanmaya başlamış ve eski propaganda gücünü kaybetmiştir.
   Târihin en kan dökücü ihtilâlcilerinden olan Lenin, Marksizm teorisinin tatbikçisi, komünizm idâresinin ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Devletinin kurucusudur. Lenin, komünizmin başarıya ulaşması için; “Birinci vâsıta yalan söylemek, aldatmaktır. Ne kadar büyük yalan söylerseniz, o kadar muvaffak olmuş sayılırsınız.” dediğinden, çok yalancı ve o kadar da çok zâlim ve kan dökücü idi. Çok kitap yazdı. Bu kitaplarından Türkçe’ye çevrilenler vardır. Yazıları birbirinden hayli ayrı ve değişik yorumlara yol açmıştır.

I.Kılıç Arslan

I.Kılıç Arslan
I.Kılıç Arslan
Türkiye Selçuklu Devleti’ nin kurucusu, Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ ın oğlu ve İkinci Türkiye Selçuklu Sultanı.
Babası Süleyman Şah’ ın 1086′ da Suriye seferinde Melik tutuş’ a yenilmesi ve ölümü üzerine, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah onun oğulları Kılıç Arslan ve Davud Arslan’ ı İsfehan’ a götürdü. Kılıç Arslan burada altı sene iyi bir eğitim ve öğretim görerek, Türk-İslam terbiyesi ile yetiştirildi.

Kılıç Arslan, 1092′ de Büyük Selçuklu Sultanı Berkyaruk’ un izni ile Anadolu’ ya gelerek İznik’ te altı yıldır boş duran Türkiye Selçukluları tahtına çıktı. Yanındaki Türkmen ailelerini İznik’ e yerleştirerek, Anadolu’ da dağılmış olan birliği yeniden te’sis etti.

Bu sırada Bizanslıların fırsattan istifade ile Marmara sahillerini işgale başlamaları üzerine Kılıç Arslan İzmir Bey’İ Çaka ile ittifak ederek mücadeleye girişti. İmparator Alexios’ un Türk kuvvetlerine karşı denizden gönderdiği büyük bir ordubozguna uğratıldı. İznik’ e saldırıları bertaraf edilen Bizanslılar, Balıkesir ve Kapıdağı bölgelerinden de geri püskürtüldüler.

1095′ de Malatya üzerine sefere çıkan Kılıç Arslan kaleyi tam düşürmek üzere iken, yüzbinlerce kişilik haçlı kuvvetlerinin Türkiye topraklarına girdiğini haber aldı. Bunun üzerine, muhasarayı kaldırarak süratle memleketini müdafaaya döndü. İznik’ i muhasara eden haçlılara karşı hisar önün de ordusunu savaşa soktu. Şiddetli çarpışmalar sonun da iki taraf da ağır zayiat verdi. Birçok haçlı kumandanı öldürüldü. Ancak düşman devamlı takviye alıyordu. Kalabalık düşman kuvvetlerine karşı meydan savaşı vermenin tehlikeli olacağını anlayan Kılıç Arslan ordusunu geri çekmek zorunda kaldı. Böylece 22 yıllık Selçuklu payitahtı olan İznik şehri 29 Haziran 1097′ de Haçlı kuvvetlerinin eline geçti.

Kılıç Arslan bundan sonra Danişmend Gazi ve Kayseri emiri Hasan ile birşleşerek Eskişehir’ e doğru harekete geçen haçlılara dağ, geçit ve vadiler de sürekli baskınlar düzenleyerek ağır zayiat verdirdi. Öyle ki, Kayseri ve Toroslar üzerinden Kudüs’ e doğru yol alan haçlı ordusu Kılıç Arslan’ ın ve kumandanlarının yıtpratma savaşları neticesin de altı yüz binden yüz bine düştü. Neticede Kudüs’ e ulaşan haçlılar bu bölgedeki büyük Selçuklu emirlerinin rekabetinden de faydalanarak Antakya, Urfa ve Kudüs’ de hıristiyan idareler kurdular.

İznik’ in kaybından ve Birinci Haçlı seferinden sonra;

Kılıç Arslan, Anadolu Türklerini toplamaya başlayarak, Konya’ yı başkent yaptı. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’ nun parçalanmasından faydalanarak bütün İslam alemine hakim olmak teşebbüsüne girişti. Ancak Musul emiri Çavlı, Artukoğlu İlgazi ve Suriye meliki Rıdvan ile 1107 senesi Temmuz ayında Habur ırmağı kıyısında yaptığı savaşı kaybetti. Yaralı olarak Habur ırmağını geçerken boğularak şehid oldu. Naşı Meyyafarikin’ e götürülerek kendisi için yapılan Türbeye defn edildi.


Türkiye Selçuklu Devleti’ nin en buhranlı devrelerinde hükümdar olan Birinci Kılıç Arslan, teşkilatçı bir devlet adamıydı. Üstün kumandanlık kabiliyetine sahip, hayatı mücadele içinde geçen büyük bir kahraman ve gazidir. Mutaassıp haçlı ordusuna ağır kayıplar verdirerek, Türklerin Anadolu topraklarından atılamayacağını isbat etti. Çok hayır işleyip ahalisinin sevgisini kazandı. Hıristiyan halka da adalet ve şefkatle davrandı. Bu yüzden devrin tarihçileri “Kılıç Arslan’ ın ölümü hıristiyanlar için de bit matem oldu.” demişlerdir.

Eşref Sencer Kuşçubaşı (Kuşçubaşı Eşref)

Eşref Sencer Kuşçubaşı
Eşref Sencer Kuşçubaşı 
    1873 yılında İstanbul'da doğdu. Kafkasya'dan göç eden Sencer adlı bir Vubih ailesinden. Sultan Abdülaziz'in kuşçubaşısı Mustafa Nuri Bey'in oğludur. Harb Okulu'nun son sınıfındayken Yeni Osmanlılar'la ilişkisi olmakla suçlanarak Hicaz'a sürüldü. Buradan kaçarak Hindistan'a ve Avrupa'ya geçti. Sürgündeki Jön Türklerle işbirliği yaptı. Rumeli'de gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin örgütlenmesinde çalıştı. Meşrutiyet'in ilanından sonra, İmparatorluğun yönetimine hakim olan bu partinin kadrosu içinde yer aldı. Balkan Savaşı'nın ikinci devresinde Bulgarları yenerek, Edirne'yi kurtaran kuvvetlerin başında idi. Gönüllü kuvvetleriyle Batı Trakya'yı da ele geçirdi. Burada bağımsız Batı Trakya İslam Cumhuriyeti'ni kurdu (1913). 
   
   Osmanlı Teşkilat-ı Mahsusası'nın kurucularındandır. Bu örgütün başkanı olarak Birinci Dünya Savaşı yıllarında Kafkasya sınırlarında, Türkistan'da, Arabistan ve Kuzey Afrika ülkelerinde çeşitli eylemleri yönetti. Yemen'deki Osmanlı kuvvetlerine para ve mühimmat götüren bir kafilenin başındayken yaralanarak İngiliz'lerin eline düştü ve Malta adasına sürüldü. Mondros Mütarekesi'nden sonra İstanbul'a döndü. Milli Mücadeleye ilk katılanlardan biriydi. İstanbul'daki ilk direniş örgütlerinde, Kocaeli'nde ve Ege'de Kuvayı Milliye'nin örgütlenmesinde rol oynadı. Kuvayı Seyyare'nin, TBMM güçleri tarafından tasviyesi sırasında, o da Yunan işgal bölgesine geçmek zorunda kaldı (1921). Burada TBMM Hükümeti'ne karşı bazı eylemler içine girdiğinden, Lozan Anlaşması'ndan sonra 150'likler listesine dahil edildi. Türkiye'ye girmesi yasaklandı (1924). 
   
   Uzun süre çeşitli ülkelerde yaşadıktan sonra, 1938 yılında çıkarılan af yasasından yararlanarak Türkiye'ye döndü. İzmir yakınlarındaki çiftliğinde bir süre yaşadıktan sonra orada 1964 yılında öldü.

   Eserleri

   Hayber'de Türk Cengi.
   Teşkilat-ı Mahsusa Arabistan, Sina ve Kuzey Afrika Müdürü Eşref Bey'in Hayber Anıları
   Eşref Kuşçubaşı
   Arba Yayınları / Tarih-Anı Dizisi

Sultan Abdülhamid ABD'ye Yardım Göndermişti

   
Sultan Abdülhamid ABD'ye Yardım Göndermişti
Sultan Abdülhamid 
   Türkiye'yi iyi günler bekliyor,bundan sonra gelişmeler daha da hızlanacak.
   
   Abdülhamid geçmişte yaptığı gibi gelecekte de ilerleme ve medeniyeti teşvike    devam edecek.Herkesin onun uzun ve müreffeh hükümranlığını arzu etmesi   gerekiyor.

   New York Times'ın 14 Ekim 1900 tarihli nüshasında yer alan bu tarafgir cümleler,Abdülhamid'in şaşırtıcı bir fotoğrafını düşürüyor önümüze.                                                                  Acaba Avrupa'dakine inat,Amerika'daki bu "Ulu Hakan" muhabbetinin sebebi ne ola?

   O sebebi birazdan göreceğiz.Ama önce aynı yazıdan birkaç cümle daha okuyalım:

   İnsan olarak Abdülhamid çok gayretli,kurnaz,yetenekli ve benim diyen             diplomata taş çıkartacak kadar becerikli.Devletinin işlerini çevirmekte akıllı bir politikacı ve üstün bir zihin.Çok kibar bir kişiliğe sahip ve kendisiyle temas kurduğu kişilerden etkilemediği yok.Almanya ve Rusya ile,Balkan devletleriyle iyi ilişkiler kurdu,öte yandan daha önce zirvede olan İngiltere'nin Osmanlı'daki nüfuzu şimdi hiç seviyesine inmiş durumda.

   Yazar F.Diodati Thompson,Sultan Abdülhamid döneminde eğitim,teknoloji ve bilim alanlarındaki ilerlemeleri övüyor,onun devrinde eşkıyalığın Balkanlar'da tamamen ortadan kalktığını,Doğu'da ise hatrı sayılır ölçüde azaldığını,kadınların sosyal hayatta büyük ilerlemeler kaydettiklerini sözlerine ekliyor.Daha birçok şey söylüyor da,asıl önemlisi şunlar olmalı:

   Biz Amerikalıların önünde gelecekte Osmanlı Devleti'yle olan ticaretimizi arttırmak ve geliştirmek için muazzam fırsatlar var,şu tazminat sorunu da halledilirse Birleşik Devletler ile uzun bir dostluk ve refah dönemi yaşanacaktır.

   Sormakta haklısınız:

   Peki 1900 yılında Amerika'nın en gözde gazetelerinden birinde nereden çıktı bu Abdülhamid ve Türkiye övgüsü? İngilizlerin,Fransızların ve dahi Jön Türklerin çöktü çökecek diye uçurumdan atmaya hazırlandığı bir devlet,New York'tan nasıl oluyor da hemen her alanda hızlı ilerlerken fotoğraflanabiliyor?

   Bunun sebebini,ABD'nin İstanbul elçisi Oscar Strauss uzatmakta önümüze.Dinleyelim mi can kulağıyla:

   Johnstown felaketi sırasında İstanbul Sefareti'nde bulunuyordum.O zaman Osmanlı Devleti'nin malî durumunun pek müsait olmadığını bildiğimden durumu padişaha arz edip ondan istifade etmeyi münasip görmemiştim.Buna rağmen afetten bir iki gün sonra saraya davet edildim.Osmanlı Sultanı hadiseden duyduğu üzüntüyü ifade ederek ihsan etmeyi düşündükleri yardımı memleketime ulaştırıp ulaştıramayacağımı sorup 200 lira verdiler ki,bunu o zaman Dışişleri Bakanlığı'na gönderdim.Hatırladığımıza göre o esnada Avrupa hükümdarları arasında yalnız Osmanlı padişahı kendisinden istenmeden yüklü bir yardımda bulunmuş,böylece Amerikan halkı hakkındaki dostane duygularını ortaya koymuştur.

   Elçinin "Johnstown felaketi" dediği,1889'da vuku bulan ve "ABD'de yüzyılın en büyük felaketi" sayılan büyük sel baskınıdır.Şiddetli yağmurların ardından başlayan ve yaklaşık 2 bin kişinin ölümüyle ve binlerce insanın evsiz barksız kalmasıyla sonuçlanan bu felaketin yakınlarda İstanbul'da yaşadığımız sel baskınına bir benzerliği,ikisinde de yağma utancının yaşanmış olmasıdır.Yalnız bizdeki yağmacılar eşya talanıyla yetinirken,Amerika'dakiler ölülerin ceplerini yırtarak paralarını,parmaklarındaki yüzükleri ve başka değerli eşyaları da almışlardır.

   Selden sonra 18 ülke gıda,ilaç,giysi yardımlarında bulunmuş,işin ilginç yanı,bölgeye ilk yardımı yapan ve ulaştıran devlet ise Osmanlı olmuştur.Daha da önemlisi,Strauss'un dediği gibi Osmanlı Devleti'nin yardımı,talep gelmeden olmuş olmasıdır.

   Malum,Sultan Abdülhamid dış dünyadaki gelişmeleri günü gününe takip ederdi.Nitekim afetten gazeteler vasıtasıyla haberdar olur olmaz ABD'nin İstanbul elçisi Oscar Strauss'u huzuruna çağırdı.Ona hadiseden çok müteessir olduğunu söyledi ve kendisinden afetzedeler için yapacağı gıda (zahire) yardımının yanı sıra 200 Osmanlı lirası (1.000 dolar bugünkü değerle en az 40 bin dolar) nakita yardımının yerine ulaştırılmasına yardımcı olmasını istedi.

   Şimdi de Yangın Felaketi

   Selden 5 yıl sonra bu defa bir yangın felaketi yaşar Amerika,Minnesota ve Wisconsin'deki orman yangınları karşısında Abdülhamid yine elini kesesine atıp bu defa 300 Osmanlı lirası (1.500 dolar,bugünkü değerle en az 60 bin dolar) göndermiştir.Nitekim onun bu "dostane yaklaşımı" sayesinde gazetelerde "Türk Sultanı" ndan övgüyle söz edilir olmuştur (Chicago Daily Tribune,12 Eylül 1894)

   Yardımların olumlu etkisini şuradan anlıyoruz ki,1894 yılında bu defa İstanbul'da meydana gelen deprem sonrasında başta Elçi olmak üzere ABD halkı,hatta gazeteler Osmanlı yardımlarına karşılık vermek ihtiyacını duymuş ve yardım kampanyaları düzenleyerek para toplamışlardır.Oysa aynı Amerikalılar 1984'ten kısa bir süre önce Yunanistan'daki depreme hiç ilgi göstermemiş,kampanyalar neredeyse 'tek kuruş' yardım toplayamamışlardı.Kaldı ki,o sıralarda misyonerlik faaliyetleri,Harput ve Erzurumda'da konsolosluk açma gayretleri,Amerikan okulları yüzünden Osmanlı-Amerikan ilişkilerindeki sıkıntılar had safhadaydı.Zaten ilk alıntıda sözü edilen 'tazminat',yeterince ciddi bir sorunda aramızda.

   İşte New York Times sayfalarına yansıyan olumlu ve dostane havanın oluşumunda Abdülhamid'in bu tam yerinde ve zamanında yaptığı incelikli yardım politikası büyük rol oynamış,hatta yine 1900 yılında ABD'nin eski İstanbul Elçisi Alexander Terrell,aynı gazetede 'tazminat'a takmış bulunan Washington'daki meslektaşlarına Osmanlı Sultanı adına şu güvenceyi veriyordu:

   "Onu dürüst bir insan olarak görüyorum.Kendisini gayet iyi tanıyorum ve inanıyorum ki,Abdülhamid Avrupa'da iken karşılaştığım en entelektüel insandır." (26 Nisan 1900)

Orta Çağ'da Avrupa Tarihi

Orta Çağ'da Avrupa Tarihi
Orta Çağ'da Avrupa Tarihi

Kilise ve Papalık

Ortaçağ Avrupası'nda kileselerin sosyal hayata çok büyük etkisi vardı. Hristiyanların iki büyük mezhebi vardı. Bu mezheplerden Katolik mezhebinin dini lideri Papa Roma'da oturuyordu. Ortodoks mezhebinin lideri Patrik ise İstanbul'da oturuyordu. Özellikle Papaların elinde büyük yetkiler vardı. Papa istediğine cennet vaadedip istediğini dinden çıkarıyordu. Klisenin ve hristiyanlığın etkili olduğu Ortaçağ Avrupası'nda krallar bile Papalardan çekinmişlerdir. 
Kiliseye bağlı yaşamda klisenin koyduğu kurallar sorgulanamazdı. Deneyin yasak olduğu bu düşünce tarzına Dogmatizm denmiştir.

Feodalite

Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Avrupa'nın farklı yerlerinde devletler kuruldu. Bu devletler kontluklara ve küçük idari birimlere ayrıldılar. Düşük kesimden insanlar yaşamlarını devam ettirebilmek için bu kontların himayesi altına girdiler. Zamanla bu kontlar merkezden bağımsız hareket ettiler. Feodal bir yönetim yapısı oluştu. Merkezi yönetimler etkisini kaybetti. Siyasal bir bölünmüşlük Avrupa'ya hakim oldu.
Feodalile Ortaçağ boyunca sürmüştür. Bu dönem toprak zenginlerinin istedikleri kanunları koyarak halkı sömürdüğü adalet dışı bir dönem olmuştur. Halk Asiller, Rahipler, Burjuvalar ve köylüler olarak  sosyal sınıflara ayrılmıştır. Yeniçağ'da Avrupa bu sistemi yıkmıştır. 

Haçlı Seferleri

Avrupalılar Müslümanların ele geçirdikleri ve Hristiyanlık açısından kutsal sayılan Kudüs ve çevresini almak için seferler düzenlemişlerdir. Hristiyanların birlik olarak yaptığı bu seferlere Haçlı Seferleri denmiştir. Haçlı Seferleri'nin dini, siyasi ve ekonomik bir sürü nedeni vardır. Bu nedenleri başlıca şöyle sıralayabiliriz;
  • Hristiyanlarca kutsal sayısal Kudüs'ün Müslümanların elinde bulunması
  • Papanın güçlenip Ortodoks klisesini etkisi altına almak istemesi
  • Avrupalıların Türkleri Ortadoğu coğrafyasından çıkarmak istemeleri
  • İslam dünyasının zenginliği karşısında Hristiyan dünyasının fakir olması
  • Avrupalıların doğu zenginliklerine ve topraklarına sahip olmak istemesi
Bu ve benzeri nedenlerden dolayı Avrupalılar Müslüman coğrafyasına yedi sefer düzenlemişlerdir. Yıllarca süren savaşlarda binlerce insan ölmüştür. Savaşlar her konu çeşitli sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçların başlıcaları şöyledir;
  • Merkezi krallıklar güçlendi.
  • Avrupada kliseye duyulan güven sarsıldı.
  • Skolastik düşünce zayıfladı.
  • Doğu batı arasında etkileşim arttı.
  • Barut, kağıt ve matbaa gibi teknik gelişmeler Avrupaya götürüldü.
  • Avrupalılar doğu medeniyetini tanıdılar böylece Avrupada bilim gelişmiş oldu.

Ortaçağ Avrupasındaki Diğer Gelişmeler

Magna Charta (1215)

İngiltere'de demokrasi alanında bir adım atıldı. Magna Charta ilan edilmiştir. Buna göre halka haksızlık yapılmayacak ve adalet sağlanacaktı. Magna Charta bir çeşit anayasa niteleğindeydi.

Yüzyıl Savaşları (1337 - 1453)

İngiltere'nin Fransa topraklarında gözü vardı. Bu nedenle iki ülke arasında savaşlar başladı. 116 yıl süren savaşlarda İngilizler tarihte ilk kez topu kullandılar. Bu savaşlar sonucunda Fransada derebeylik zayıfladı. Savaşlardan sonra yenilen İngilterede 30 yıl süren Çifte Gül adlı bir iç savaş çıktı. Bu savaş sonucunda İngiltere'de de derebeylik rejimi zayıfladı.

II.Dünya Savaşı Nedenleri ve Sonuçları

   II. Dünya Savaşı tüm dünyayı yakından ilgilendiren bir savaş olmuştur. Ülkeler arası birçok nedenler ve sonuçlar ikilemesinden çıkmıştır. Makalemizde sizlere II. Dünya Savaşı konusunda oldukça önemli bilgiler sunuyoruz.

II. Dünya Savaşı, 20. asırda dünya çapında yapılan iki savaştan ikincisi olup dünya milletlerinin çoğunun bulunduğu 1939’dan 1945’e kadar süren global bir askeri çatışmadır.

II.Dünya SavaşıSavaşa dönemin tüm büyük güçleri olan Birleşik Kraliyet, Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa; Bağlaşık Devletler olarak, 

Almanya, İtalya ve Japonya; Mihver Devletler olarak katılmıştır. 100 milyondan fazla askeri personelin dâhil olduğu savaş, dünya tarihindeki en büyük savaştır.

Savaşın ehemmiyetli katılımcıları tüm ekonomik, endüstriyel ve ilmi güçlerini, sivil veyahut askeri kaynak farklılığı gözetmeksizin, bu savaş için kullanmıştır. Nükleer silahların kullanıldığı tek savaş olan ve Musevi Soykırımı gibi kitlesel sivil ölümlerin gerçekleştirildiği II. Dünya Savaşı, insanlık tarihindeki en kanlı savaştır. Savaş süresince 40-50 milyon insan yaşamını yitirmiştir.

Savaşın başladığı tarih olarak çoğunlukla, Almanya’nın Polonya’yı işgal ettiği 1 Eylül 1939 kabul görür. Polonya’nın işgali ile beraber Fransa ve Britanya İmparatorluğu ve İngiliz Milletler Topluluğu’na dâhil olan çoğu ülke Almanya’ya savaş duyuru etti. Almanya, Avrupa’da büyük bir imparatorluk kurmayı amaçlıyordu.

Almanya, 1939’un sonundan 1941’in başına kadar bir dizi muharebe ve antlaşma ile Avrupa topraklarının çoğunu ele geçirdi veyahut bastırdı.

Alman-Sovyet Antlaşması sürerken, sözde tarafsız Sovyetler Birliği, 6 komşu ülkesinin topraklarını tamamiyle ya da kısmen işgal etti ya da topraklarına kattı. Britanya ve İngiliz Milletler Topluluğu Kuzey Afrika’da ve genişleyen deniz savaşlarında Mihver Devletler’e karşı savaşı sürdüren tek büyük güç olarak kaldı. 1941 Haziran’ında Avrupalı Mihver Devletler, Sovyetler Birliği’ni işgal etmeye başladılar.

Tarihteki en büyük kara savaşı cephesini başlatan bu işgal sonrası Mihver Kuvvetler askeri gücünün ehemmiyetli bir bölümü bu savaş için ayırdı. 1941 Aralık ayında, 1937’den beri Çin’le savaşan ve Asya’ya hükmetmeye çalışan Japonya, Amerika Birleşik Devletleri’ne ve Pasifik Ummanı’ndaki Avrupalı devletlerin topraklarına saldırdı ve kısa müddette bölgenin büyük bir bölümüne hâkim oldu.
Japonya’nın Pasifik Cephesi’ndeki bir dizi mağlubiyeti ve Avrupalı Mihver silahlı güçlerinin Kuzey Afrika ve Stalingrad’daki mağlubiyetleriyle birlikte Mihver Devletlerin ilerlemesi 1942 seneninde durduruldu.

II.Dünya Savaşı
II.Dünya Savaşı
1943 seneninde Doğu Avrupa’daki Alman mağlubiyetleri, İtalya’nın Bağlaşık Kuvvetleri’nce işgal edilmesi ve Pasifik’teki Amerikan zaferleriyle birlikte Mihver Devletler savaştaki kontrolü kaybetti ve tüm cephelerde geri çekilmek zorunda kaldı. 1944’de Batılı İttifak Kuvvetleri Fransa’yı işgal etti, Sovyetler Birliği kaybettiği bölgeleri geri alıp Almanya’yı ve bağlaşıklarını işgal etti.
Sovyetler Birliği ve Polonya kuvvetlerinin Berlin’i ele geçirmesini takip eden Almanya’nın 8 Mayıs 1945’te şartsız teslimiyetiyle birlikte Avrupa’da savaş bitti. Japon silahlı güçleri Birleşik Devletler tarafından mağlubiyete uğratıldı.
Bunu takiben Japon Adaları işgal edildi. Asya’da savaş, 15 Ağustos 1945 tarihinde Japonya’nın teslim olmayı kabul etmesiyle bitti.

II.Dünya Savaşı
II.Dünya Savaşı

Savaş, 1945 seneninde Bağlaşık Devletler’in Almanya ve Japonya’ya karşı net zaferiyle sonuçlandı. İkinci Dünya Savaşı dünyanın siyasi düzenini ve sosyal yapısını derinden etkiledi. Sonraki senelerde oluşabilecek çatışmaların önüne geçmek ve beynelmilel dayanışmayı sağlamak için Birleşmiş Milletler (BİRLEŞMİŞ MİLLETLER) heyetti.

Savaş sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği gibi süpergüçler olarak ortaya çıktı. Bu vaziyet süpergüçler arasında 46 sene süresince sürecek olan bir Soğuk Savaş dönemini başlattı. Bu dönemde Avrupalı büyük güçlerin tesiri azalmaya başladı ve Asya ve Afrika’daki sömürgeler bağımsızlıklarını kazanmaya başladı.
Savaş müddetince endüstrisi hasar gören bir hayli ülke ekonomisini tekrar yapılandırma dönemine girişti. Politik bütünleşme, savaş sonrası ilişkileri tertip etmek emeliyle, bilhassa de Avrupa’da, ehemmiyet kazanmıştır.
II. Dünya Savaşı makalemizde de okuduğunuz üzere tarihi bir savaş olmuştur. 

Çanakkale'de Kadın Keskin Nişancılar

Tarih 8 Eylül 1915: "The Age" adlı Avusturalya gazetesinde şu başlıkta bir haber yer almaktadır.

“Kadın bir keskin nişancı, ilk günkü çarpışmada vuruldu."

Habere göre, J. C. Davies adlı bir asker annesine yazdığı mektupta şöyle demektedir:

"…Vurulduğum 18 Mayıs günü, keskin nişancı bir Türk kızı vardı. Güzel, iri yapılı ve 19-21 yaşları arasında görünüyordu. Günün uzunca bir bölümünde sürekli olarak ateş etti. Gerçi birçok adamımızı vurdu ama gün bitiminden önce Avusturalyalı bir asker tarafından vurulunca, gene de üzüldüm. Ölüsünü ele geçirdiğimizde yanında bir Türk erkeğinin cesedini de bulduk. Kadının vücudunda tam 52 kurşun vardı... Bu savaş korkunç!"

Osmanlıda İşitme Engelliler Okulu

Osmanlıda İşitme Engelliler Okulu
Osmanlıda İşitme Engelliler Okulu













Osmanlılarda ilk İşitme Engelliler Okulu, II.Abdülhamid tarafından kurulan (1902) Yıldız Sağırlar Okulu'dur.

Bu okulda, günümüz Türk İşaret Dili’nin muhtemel alt yapısını oluşturan Osmanlı İşaret Dili, öğretmenler tarafından okullarda sözel dille beraber kullanılıyordu.

Tıpkı yazılı dilde olduğu gibi, bu okulda kullanılan işaret alfabesi de şu anda kullanılan alfabeden farklıydı. Bu okullarda batıda kullanılan işaret dillerinin kullanıldığına dair de hiçbir kanıt yoktur.