Roma İmparatorluğu'nu Kim Kurdu ve Nasıl Kuruldu?

Roma İmparatorluğu’nun kim tarafından kurulduğu sorusu öyle basit bir cevapla geçiştirilebilecek türden bir mesele değildir; hatta insan bunu düşünürken biraz da Roma’nın kendi iç sesini işitir gibi olur, çünkü Roma dediğimiz şey birkaç taşın üst üste dizildiği bir şehirden çok daha fazlasıdır: bir ruh, bir siyasi alışkanlıklar bütünü, bir geleneğin sabırlı ama inatçı ısrarıdır. Bu nedenle “Augustus kurdu” demek doğru, ama eksik; “Caesar hazırladı” demek doğru, ama daha da eksik; “Cumhuriyet zaten çökerken imparatorluk doğdu” demek doğru, ama genele yayılmamış bir görüş. Bu konuyu anlamak için Roma’nın hem efsanelerle hem güç mücadeleleriyle örülü uzun tarih koridorunda yürümek gerekir. 

Roma İmparatorluğu'nu Kim Kurdu ve Nasıl Kuruldu?
Remus ve Romulus

Roma’nın şehir-devletten dünya imparatorluğuna dönüşümü, aslında kendi kendine evrilen bir organizma gibi, kimi zaman hızlanan kimi zaman tıkanan bir süreçtir ve bu sürecin çok odaklı yapısı onu cazip kılar. Bu yüzden tarihçi okuyunca ayrı yazar, öğrenci okuyunca ayrı not alır, meraklı okuyunca ayrı detay arar. Fakat hepsinin ortak paydası şudur: İmparatorluk bir kişinin “ben artık imparatorum” demesiyle kurulmamıştır; bizzat Roma toplumunun yaşadığı gerilimin bir mecburi sonucu olarak doğmuştur.

Efsane

Roma’nın mitolojik kurucuları Romulus ve Remus anlatısına baktığımızda ortaya ilginç bir gerçek çıkar: Roma’nın kendi kendine biçtiği kimlik, daha baştan “olağan dışı bir toplum olacağız” hissini taşır. Ancak bu efsanevi başlangıç, imparatorluğun siyasi doğumuyla karıştırılmamalıdır. Romulus’un kral oluşu ve ilk siyasi düzenlemeleri, Roma’nın monarşi döneminin temelini oluşturur ama bu dönem ne imparatorluk fikrinin ne de tek adam iktidarının gerçek anlamıyla kök saldığı dönemdir. 

O daha sonra, Cumhuriyet içinde büyüyen çelişkilerle belirecektir. Yine de Roma’nın kendi kökenine yüklediği anlam ve kutsallık, ilerleyen yıllarda Augustus’un yönetimini meşrulaştırmak için kullanacağı sembolik zemini oluşturmuştur. Zaten Romalıların en iyi yaptığı şeylerden biri, geçmişteki mitleri ve gelenekleri güncel siyasi ihtiyaçlara göre yeniden yorumlamak ve bunu yaparken kimseye hissettirmemektir.

Cumhuriyet

M.Ö. 509’da kralların devrilip cumhuriyet sistemine geçilmesi Roma tarihinde büyük bir kırılma noktasıdır, fakat bu sistem aslında büyük bir güç paylaşımı denemesidir. Konsüller, senato, halk meclisleri, tribünler… Her şey bir denge üzerine kurulmuştur ama devlet genişledikçe bu denge çatırdamaya başlar. Roma’nın İtalya dışına yayılması, ordunun sürekli sahada bulunması, komutanların halk nezdinde giderek daha fazla güç kazanması, zengin sınıfın etkisinin artması ve ekonomik eşitsizliklerin büyümesi Cumhuriyet’in iç işleyişini zorlamıştır. 

Halk ile aristokrasi arasındaki mesafe açıldıkça, devletin karar alma mekanizması giderek daha kişisel çıkarların çarpıştığı bir alan hâline gelmiştir. Aslında burada biraz insani bir detay eklemek gerekirse: Cumhuriyet dönemindeki bu siyasi gerilimler günümüz siyasetindeki güç mücadelelerinden çok da farklı değildir; sadece aktörler daha kılıçlı, daha zırhlı ve daha ölümcül oynuyordu. Roma, büyüdükçe yönetilemez hale geliyor, yönetilemez hale geldikçe birisinin kontrolü ele alması bekleniyordu. Bu bir kişinin kim olacağı ise hep belirsizdi.

Cumhuriyetin Çöküşü

Gracchus kardeşler, Marius, Sulla, Pompeius, Crassus ve nihayet Caesar… Bu isimler Cumhuriyet’in çöküş sürecinin kilometre taşlarıdır. Her biri “devleti kurtarmak” iddiasıyla sahneye çıkmış ama her biri bir öncekinin açtığı gedikleri daha da genişletmiştir. Ekonomik reformlardan toprak dağıtımlarına, askeri yetkilerin genişletilmesinden senato ile çatışmalara kadar yaşanan her olay Roma’da siyasi gerilimi artırmış, Cumhuriyet’in taşıyamayacağı bir güç yoğunlaşmasına yol açmıştır. 

Julius Caesar bu süreçte adeta bir dönüm noktasıdır. Halk desteğini arkasına alması, askeri başarıları, propaganda gücü ve karizmatik liderliği onun “diktatör” konumuna yükselmesine zemin hazırlamıştır. Fakat Caesar’ın yükselişi aynı zamanda Cumhuriyet’in ölümü demekti ve suikasta giden süreç de bunu kanıtlar. Caesar ölmeseydi imparatorluk belki onunla başlayacaktı, ama onun ölümü başka bir kapıyı açtı: genç ve sabırlı bir Octavianus’un sahneye çıkışını.

Caesar

Julius Caesar’ın imparatorluğu kuran kişi olup olmadığı çok tartışılmıştır. Her ne kadar kendisine “imparator” unvanını almamış olsa da gücü tek elde toplaması, konsüllük ve diktatörlük makamlarını birleştirmesi, senatoyu zayıflatması ve Roma ordusunu kişisel sadakat üzerine yeniden biçimlendirmesi imparatorluk fikrinin omurgasını oluşturmuştur. Tarihçiler bu nedenle Caesar’ı imparatorluğun mimarı olarak görür. Ancak mimar başka, binayı gerçekten inşa eden başkadır. Caesar’ın öldürülmesi imparatorluğun kuruluşunu geciktirmiştir ama durdurmamıştır. Bu nedenle Caesar’ın rolünü “hazırlayıcı”, “zemin düzleyen”, “yıkıcı kurucu” gibi ifadelerle tarif etmek daha gerçekçidir. Yine de Caesar’ın öldürüldüğü gün Roma’da dengenin geri gelmeyeceği belliydi çünkü artık toplum iki seçim arasında sıkışmıştı: ya kaos ya da güçlü bir tek lider. Bu boşluğu dolduracak kişi, kimsenin ilk başta ciddiye almadığı Octavianus’tan başkası değildi.

Octavianus

Octavianus’un (sonradan Augustus) sahneye çıkışı Roma tarihinde en sessiz ama en etkili yükselişlerden biridir. Gençti, politik deneyimi yoktu, askeri itibarı sınırlıydı ve Caesar’ın yanında pek görünür bir figür olmamıştı. Fakat akıllıydı, insanları okumayı biliyordu ve en önemlisi, zamanın ruhunu kavramıştı: Roma artık güçlü bir lider istiyordu. Octavianus’un asıl başarısı acele etmemesi, güç biriktirmesi, ittifak kurması ve rakiplerini sırayla etkisiz hale getirmesiydi. Mark Antony ile çatışması, Propaganda savaşları, Actium Deniz Savaşı’ndaki zaferi ve Mısır’ın alınması onun tek otorite haline gelmesini sağladı. Roma halkı artık iç savaşlardan yorulmuş, istikrar ve düzen arıyordu. Octavianus tam olarak bunu sundu: Kaosun sonunda gelen sakinlik. Fakat ilginç olan şudur: O hiçbir zaman açıkça “Ben imparatorum” demedi. Siyasi zekâsı burada devreye girdi; gücü aldı, ama Cumhuriyet sembollerini muhafaza ederek aldı. Bu da onun en büyük ustalığıdır.

Augustus

M.Ö. 27 yılı Roma İmparatorluğu’nun resmi kuruluş tarihi kabul edilir çünkü bu yıl senato Octavianus’a “Augustus” unvanını vermiştir. Bu unvan, hem dini hem siyasi bir yüceltilme anlamı taşır. Augustus da bu andan itibaren gücü tek merkezde toplamış, ama bunu Cumhuriyet görünümünü koruyarak yapmıştır. “Princeps” yani “ilk vatandaş” unvanını kullanması, makamını mütevazı göstermeye yönelik bilinçli bir tercihti; ancak Roma’daki gerçek otorite artık tartışmasız bir şekilde onun elindeydi. Orduya doğrudan hükmediyor, eyaletleri düzenliyor, mali kaynakları yönetiyor ve senatoyu yönlendiriyordu. 

İmparatorluğu kuran kişi Augustus’tur demek bu yüzden doğrudur, çünkü kurumsal düzeni, yönetim modelini ve iktidarın devamlılığını sağlayan çerçeveyi o oluşturdu. Cumhuriyet defteri tamamen kapanmamış gibi görünse de artık Roma’da gerçek güç ona aitti. Augustus’un başarısı, otoriteyi hissettirmeden sindirmesi ve Roma toplumunun psikolojik ihtiyacına cevap vermesidir: istikrar.

Yeni Düzen

Augustus’un kurduğu düzen “Principatus” olarak bilinir. Bu sistem, monarşik bir yapıyı Cumhuriyet kurumlarının görünümü altında yürütür. Yani Roma resmen cumhuriyetmiş gibi görünür ama fiilen imparatorluk haline gelmiştir. Bu model Roma’nın uzun yıllar boyunca istikrarı korumasını sağlamış, Pax Romana denilen barış döneminin temelini oluşturmuştur. 

Augustus’un yaptığı reformlar, vergi sisteminden eyalet yönetimine, ordunun profesyonelleştirilmesinden sosyal düzenlemelere kadar geniş bir yelpazeye yayılır. Roma toplumunun bu düzeni kabul etmesinde, onun krallık iddiasıyla ortaya çıkmaması, eski geleneklere saygı göstermesi ve kararlarını yavaş ama kararlı bir şekilde hayata geçirmesi etkili olmuştur. Bu noktada Augustus’u siyasi tarihin en başarılı stratejistlerinden biri yapan şey, gücünü göstermemesi değil, insanlar istemeden o gücü kabul etmelerini sağlamasıdır.

Genel Değerlendirme

Roma İmparatorluğu'nun kuruluşu bir tek adam hikâyesi gibi görünse de aslında yüzyıllar boyunca süren siyasal değişimlerin doğal sonucudur. Augustus, imparatorluğun kurucusudur; Caesar ise kurucuya giden yolu açan kişidir. Roma Cumhuriyeti'nin genişleme, güç, savaş, ekonomik eşitsizlik ve siyasi rekabet sarmalı içinde kendiliğinden evrilen yapısı imparatorluğu adeta zorunlu kılmıştır. Roma İmparatorluğu’nun ortaya çıkışı, tek bir kişinin anlık kararıyla değil, yüzyılların yavaş yavaş biriktirdiği çelişkilerin, umutların, savaşların ve pragmatik manevraların sonucunda şekillenen bir dönüşümdü. İmparatorluk bir günde kurulmadı; Roma’nın tarihi bizzat onu oraya doğru itti. Augustus sadece o kapıdan giren kişiydi.

Yorum Gönder