II. Abdülhamid’in hayatına bakınca, tarihin çok katmanlı bir aynasına bakmış gibi olur insan. Bir yanda modernleşme sancılarıyla çırpınan bir imparatorluk, diğer yanda bütün bu karmaşanın ortasında kendine göre bir denge kurmaya çalışan bir padişah… Aslında mesele sadece bir hükümdarın serüveni değil; aynı zamanda Osmanlı’nın son büyük hamlesinin, hatta bir bakıma son direniş çizgisinin hikâyesi. II. Abdülhamid’in hayatı, bu yüzden, hem siyasal hem de insani açıdan oldukça yoğun ve inişli çıkışlıdır.
![]() |
| II.Abdülhamid |
Çocukluk ve Gençlik Yılları
II. Abdülhamid, 1842 yılında dünyaya geldiğinde Osmanlı Devleti hâlâ büyük bir imparatorluktu ama içinde ağır bir yorgunluk seziliyordu. Babası Sultan Abdülmecid, yenilikçi bir padişahtı. Abdülhamid ise daha küçük yaşlardan itibaren saray hayatının hem gösterişli hem de sıkıştırıcı dünyasında yaşadı. Çoğu zaman sessiz bir mizaca sahip olduğu söylenir; hatta gençliğinde biraz kendi hâlinde, fazla dikkat çekmeyen biri olarak tarif edilmiştir. Belki de bu “gölge gibi dolaşma” hali, ilerideki ihtiyatlı karakterinin tohumu gibiydi.
Eğitimi oldukça geniş bir yelpazeye yayılmıştı: Fransızca, musiki, hat sanatı ve marangozluk gibi oldukça farklı alanlara merak duymuştu. Hatta marangozluk, hayatı boyunca devam ettirdiği ender uğraşlardan biri oldu. Bu yönü, onun siyasi kimliğinin gölgesinde kalsa da, insanî tarafını anlamaya çalışanlar için önemli bir ayrıntıdır.
Tahta Çıkışı
1876 yılı Osmanlı tarihi açısından çalkantılı bir dönemdi. Tahta çıkan, indirilen padişahlar; Meşrutiyet talepleri; içeride ve dışarıda siyasi baskılar… Böyle bir ortamda II. Abdülhamid’in tahta geçmesi, hiç de alışıldık bir durum değildi. Kendisinin hem iç hem dış baskıları yönetebileceği düşünülmüş olsa da, aslında herkes bu genç padişahtan farklı şeyler bekliyordu.
Tahta çıktığında Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) kapıdaydı ve imparatorluk bunun ağırlığını taşımak zorundaydı. Abdülhamid, Meşrutiyet’i ilan edip Kanun-i Esasî’yi yürürlüğe koydu ancak savaşın ağır sonuçları ve içerideki dağınıklık nedeniyle meclisi askıya aldı. Bu karar, ileride ona yüklenen “istibdat” eleştirilerinin başlangıç noktası oldu fakat dönemin siyasi atmosferi düşünüldüğünde, devletin ayakta kalmasını önceleyen bir refleks olduğu da sıkça vurgulanır.
Yönetim Tarzı ve Reform Çabaları
II. Abdülhamid’in yönetim tarzı çoğu zaman tek boyutlu bir baskı dönemiymiş gibi anlatılsa da, gerçekte bu dönemin hem reformlarla hem de sıkı kontrol mekanizmalarıyla iç içe ilerlediğini görmek gerekir. Onun çağı, Osmanlı Devleti’nin hayatta kalmak için nefes aradığı bir çağdı. Dolayısıyla Abdülhamid’in reformları çoğu zaman “imparatorluğu bir arada tutmak” amacının çevresinde şekillenmiştir.
Eğitim Reformları
II. Abdülhamid’in hayatı ve icraatları denildiğinde eğitim alanındaki yenilikler özel bir yer tutar. Darülmuallimin ve Darülmuallimat gibi modern öğretmen okulları, lise seviyesindeki idadîler, sanayi mektepleri ve Mekteb-i Tıbbiye gibi kurumlar onun döneminde güçlendi. Özellikle kız çocuklarının eğitimine dair attığı adımlar, Osmanlı modernleşmesinin en kalıcı hamlelerinden biri olarak görülür.
Bu dönemde eğitim kurumlarının sayısı neredeyse katlanarak arttı. Abdülhamid, eğitimi sadece kültürel açıdan değil, devletin geleceğini garanti altına alacak stratejik bir güç olarak görüyordu.
İletişim ve Ulaşım
II. Abdülhamid, iletişim ağının güçlenmesine büyük önem verdi. Telgraf hatlarının ülke geneline yayılması, imparatorluk içindeki yönetim etkinliğini ciddi oranda artırdı. Aynı şekilde Hicaz Demiryolu projesi, hem sembolik hem de stratejik olarak büyük bir hamleydi. İslâm dünyasıyla bağları güçlendirme amacı taşıyan bu proje, padişahın panislamist politikasının da bir yansımasıydı.
Demiryolları, yollar ve limanlarla bağlantılı altyapı çalışmaları onun döneminin önemli parçalarıdır. Bir yandan dış borç meselesiyle uğraşırken diğer yandan modern bir ulaşım ağı kurma çabası içinde olması, yönetim anlayışının ne kadar pragmatik olduğunu gösterir.
Dış Politika ve Panislamizm
II. Abdülhamid’in dış politikası, büyük güçlerin Osmanlı üzerindeki baskılarının arttığı bir dönemde şekillendi. İngiltere, Rusya, Almanya ve Fransa gibi devletler, Osmanlı topraklarında nüfuz alanı elde etme peşindeydi. Abdülhamid, bu dengeleri sürekli takip eden, gerektiğinde bir denge politikasını başka bir dengeyle karşılayan dikkatli bir dış politika yürüttü.
Panislamizm, yani dünya üzerindeki Müslüman toplumları siyasi ve manevi bir çatı altında toplama fikri, onun döneminde devlet politikasının güçlü bir unsuru hâline geldi. Bu politika hem içeride hem dışarıda etkiler yarattı, Osmanlı’nın uluslararası ilişkilerinde yeni bir zemin oluşturdu.
İç Güvenlik, Sansür ve Eleştiriler
II. Abdülhamid’in yönetimi söz konusu olduğunda sansür ve jurnalcılık mekanizması çok sık gündeme gelir. Gerçekten de haber akışının kontrol edildiği, devletin güvenlik kaygısıyla bilgi yönetimini sıkı tuttuğu bir dönemdeyiz. Bunun eleştirildiği kadar, dönemin şartlarında devletin toprak bütünlüğünü korumaya yönelik zorunlu bir araç olarak da değerlendirildiği olur.
Yine de, imparatorluğun ekonomik açıdan zorlandığı, milliyetçi hareketlerin arttığı, Avrupa devletlerinin baskıyı artırdığı bir ortamda Abdülhamid’in iç güvenliği merkeze alan bir yaklaşımı tercih ettiği açıktır. Bu da onun dönemi hakkında hep ikili bir yorum üretmiştir: Bir taraf “baskı dönemi” derken, diğer taraf “devlet aklının zorunlu refleksi” diyebilmiştir.
Kişisel Dünyası ve Saray Hayatı
II. Abdülhamid’in kişisel dünyası, siyasi kimliğinin gölgesinde çoğu zaman unutulur. O ise düzenli çalışan, okumaya önem veren, sanata meraklı biriydi. Marangozluk atölyesinde geçirdiği zamanın onun için bir çeşit dengeleyici alan oluşturduğu söylenir. Saray yaşamının ihtişamından ziyade daha mütevazı bir gündelik hayatı tercih ettiği bilinir.
Siyasi çalkantılar arasında bile ailesine, çocuklarına karşı dengeli ve sakin bir tavrı olduğu da hatıratlarda sık sık yer alır. Kimi zaman ele geçirilmiş yazışmalarında, olaylara karşı ne kadar duygusal ama aynı zamanda soğukkanlı yaklaşabildiğini görmek mümkündür. Bu insani tarafı, büyük siyasi tartışmaların içinde kaybolsa da, II. Abdülhamid’in hayatının önemli bir boyutudur.
Tahttan İnişi
1909 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin siyasi etkisi arttı. 31 Mart Vakası’nın ardından oluşan siyasi atmosfer, Abdülhamid’in tahttan indirilmesine kadar ilerledi. Bu olay, hem Osmanlı’nın siyasi kırılmalarından biri hem de Abdülhamid açısından dramatik bir dönüm noktasıdır.
Tahttan indirilişi, onun uzun süren yönetiminin ani bir kapanışı gibiydi. Selanik’teki Alatini Köşkü’ne gönderilmesi, devletin başındaki bir insanın tarihin sert dönüşlerinden nasıl etkilendiğini gösteren çarpıcı bir andır.
Son Yılları ve Ölümü
2. Abdülhamid, daha sonra İstanbul’a getirildi ve hayatının geri kalanını Beylerbeyi Sarayı’nda sakin bir şekilde geçirdi. Bu dönem, onun siyasetten uzak ama geçmişi değerlendiren bir ruh hâline büründüğü yıllardır. Kendisinin hatıratında, dönemin olaylarına dair hem pişmanlık hem de “ben elimden geleni yaptım” duygusunun bir arada olduğu görülür.
1918’de hayata veda ettiğinde Osmanlı Devleti de I. Dünya Savaşı’nın yıkımı altında eziliyordu. Onun ölümü, bir devrin şahsi hikâyesinin kapanması kadar, koca bir imparatorluğun çöküş sürecindeki sembolik bir uğrak gibiydi.
Zor Dönemin Padişahı
II. Abdülhamid’in hayatı, siyah ve beyaz tonlarla anlatılabilecek bir tarih hikâyesi değildir. Osmanlı Devleti’nin en zor dönemlerinden birinde tahtta oturmuş, hem modernleşme adımlarını hem siyasi baskıları hem de dış tehditleri aynı anda göğüslemeye çalışmış bir hükümdardan söz ediyoruz. Onun dönemi, kimi zaman eleştirilen, kimi zaman övgüyle anılan ama her hâlükârda Osmanlı’nın son yüzyılını anlamak için vazgeçilmez bir tarih laboratuvarıdır.
Bu yüzden II. Abdülhamid’i sadece bir hükümdar olarak değil, bir dönemin ruhu olarak okumak gerekir. Devletin var olma mücadelesinin içinden geçmiş, içine kapanmış ama bir yandan da dış dünyayı çok yakından takip etmiş bir padişah… Onun hayatı, Osmanlı tarihinin son büyük hikâyelerinden biridir ve bu yüzden hem akademik hem de insani açıdan daima merak uyandırır.


Yorum Gönder