İkinci Meşrutiyet(1908) : Yeni Siyasi Düzenin Başlangıcı

İkinci Meşrutiyet, sene 1908. Osmanlı tarihinin hem en gürültülü hem de en kırılgan dönemeçlerinden biri. Bir yandan özgürlük vaat eden, öte yandan bambaşka çatışmaları tetikleyen o büyük siyasi dönüşüm. Aslında her şey, imparatorluğun artık eskisi gibi yürüyemediğinin yavaş yavaş kabul edilmesiyle başlar. Bu kabul, bir bakıma acı vericidir; çünkü bir devletin alıştığı yönetim düzeni gevşedikçe, toplumun da derinlerinde yıllardır bekleyen sesler gün yüzüne çıkmaya başlar. II. Meşrutiyet tam olarak böyle bir eşikti: Hem umut hem kaos, hem düzen arayışı hem düzensizlik dalgası.

Yine de, o yılları anlamaya çalışırken “her şey bir gecede oldu” kolaycılığına kaçmamak gerekir. Çünkü II. Meşrutiyet’in ilanı, arkada çok daha derin bir birikimin, baskıların, fikir akımlarının ve nihayetinde iyice görünür hâle gelen bir çöküş kaygısının sonucuydu. Hatta çoğu tarihçi, bu süreci “Osmanlı’nın kendini yeniden kurma denemesi” olarak değerlendirir. Başarılı olup olmadığı ise hâlâ tartışma konusudur.

İkinci Meşrutiyet
İkinci Meşrutiyet

Arka Plan

19.yüzyılın sonu Osmanlı için hiç kolay bir dönem değildi. Savaşlar, ekonomik borçlar, farklı milletlerin bağımsızlık arayışları, merkezî otoritenin giderek zayıflaması… Devlet yorgundu. II. Abdülhamid’in uzun saltanatı, bu yorgunluğu farklı bir yönetim tarzıyla dengelemeye çalışan bir dönemdi. Abdülhamid, istibdat rejimi olarak anılan bir yönetim anlayışıyla devleti kontrol altında tutmaya çalıştı. Bir yönüyle istikrar arayışıydı bu; ama uzun vadede toplumda ciddi bir baskı hissi yarattığı da açık.

Genç Osmanlılar’ın düşünsel mirasını devralan Jön Türkler, bu baskıya karşı örgütlenmeye başladı. Eğitim için Avrupa’ya giden genç devlet görevlileri, doktorlar, subaylar ve bürokratlar yeni fikirlerle tanışıyor, özgürlük, meşrutiyet, anayasa gibi kavramlarla bağ kuruyordu. Zaman geçtikçe “artık bir şeyler değişmeli” duygusu yalnızca okumuş kesimde değil, imparatorluğun geniş yayılmış coğrafyalarında da hissedilir oldu.

İttihat ve Terakki Sahneye Çıkıyor

İşte tam bu noktada İttihat ve Terakki Cemiyeti ortaya çıktı. Başlangıçta gizli bir yapılanmaydı; çünkü meşrutiyet talep etmek kolay değildi. Sorgusuz bir şekilde “vatanı kurtarmak” amacıyla hareket ettiklerini söylüyorlardı ama kendi içlerinde de farklı eğilimler vardı. Kimileri Osmanlıcılığı savunuyor, kimileri Türkçülük fikrine daha yakın duruyor, kimileri özgürlükçü bir çizgide yürürken kimileri daha otoriter bir yolun kaçınılmaz olduğunu düşünüyordu. Bu çeşitlilik, aslında II. Meşrutiyet’in gelecekte yaşayacağı dalgalanmaların habercisiydi.

1908 yılına gelindiğinde şartlar iyice olgunlaştı. Makedonya’da görev yapan bazı subaylar –ki bunların çoğu İttihatçıydı– adeta süreci hızlandıran bir kıvılcım oldular. Ordu içindeki huzursuzluk, ekonomik sıkıntılar, yönetim tarzına yönelik rahatsızlık derken, 24 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildi. Anayasa yeniden yürürlüğe girdi. Basına özgürlük geldi. Meclis-i Mebusan yeniden açıldı. Osmanlı tebaası için yepyeni bir dönem başlıyordu.

İlk Yılların Heyecanı

İkinci Meşrutiyet’in ilk döneminde ortaya çıkan atmosferi tarif etmek zordur. Bir yanda büyük bir coşku, diğer yanda dev bir belirsizlik. Gazeteler adeta mantar gibi çoğaldı; her görüşten fikir, eleştiri, mizah ve propaganda akmaya başladı. Sokaklarda toplantılar, kulüpler, dernekler… Siyaset adeta bir anda halkın günlük hayatının parçası olmuştu.

Bu ortamın insanı biraz başını döndüren bir yanı da vardı. Çünkü yıllardır bastırılmış fikirler bir anda özgürce dolaşmaya başlayınca düzen sarsıldı. Kimse tam olarak “yeni düzen nasıl olacak?” sorusunun cevabını bilmiyordu. Mecliste yüzlerce milletvekili, farklı bölgelerden gelen çok çeşitli taleplerle siyaset yapmaya çalışıyor, ama ortak bir zeminde buluşmak pek kolay olmuyordu.

Küçük bir yorum: İkinci Meşrutiyet’in başlangıcı, bir çocuğun ilk kez koşmaya çalışması gibiydi. Hızlı, kontrolsüz, heyecanlı… Fakat ayağa takılan taşlar da çoktu.

Fikir Akımlarının Çarpışması

Bu dönemin en belirgin özelliği, düşünce akımlarının bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmasıydı.
Osmanlıcılık, imparatorluğun farklı milletlerini ortak bir kimlik altında birleştirmeye çalışıyordu. Ama Balkanlarda kopan fırtınalar, bu idealin artık gerçekçi olmadığını gösteriyordu.
İslamcılık, ümmetin yeniden güçlenmesini savunan bir çizgideydi ve II.Abdülhamid döneminde güçlü bir şekilde hissedilmişti. Meşrutiyetle birlikte bu fikir yeni bir yorum kazandı.
Türkçülük, özellikle Balkan kayıpları ve milliyetçilik dalgası nedeniyle daha görünür hâle geldi.
Batıcılık, ilerlemenin yolunun Avrupa kurumlarına benzeyen bir düzen kurmaktan geçtiğini savunuyordu.

Bu kadar farklı fikrin aynı devlette ve aynı mecliste bir arada bulunması, doğal olarak çatışmayı da beraberinde getirdi. Bir taraf “özgürlük” derken diğer taraf “düzen” diyordu; biri “ulus” derken diğeri “ümmet” diyordu. Ve bu tartışmanın ortasında imparatorluk, Balkan Savaşları gibi çok ağır sınavlar verdi.

31 Mart Vakası ve Çalkantılar

Meşrutiyetin üzerinden daha bir yıl bile geçmeden, 13 Nisan 1909’da tarihe 31 Mart Vakası olarak geçen büyük bir ayaklanma yaşandı. Olayın kökleri, meşrutiyetin yarattığı hızlı değişimlere uyum sağlayamayan kesimlerdeki huzursuzluğa dayanıyordu. Ayaklanma, hem meşrutiyet için bir test hem de İttihat ve Terakki’nin iktidarı nasıl kavradığını gösteren bir dönemeç oldu. Hareket Ordusu’nun müdahalesiyle isyan bastırıldı ve II. Abdülhamid tahttan indirildi.

Bu olay, İkinci Meşrutiyet’in romantik başlangıcına ciddi bir gölge düşürdü. Devletin yönetimi artık daha net bir şekilde İttihat ve Terakki’nin kontrolüne geçmeye başladı. Özgürlüğün yarattığı o ilk coşku, yerini daha sert bir siyasi atmosfere bıraktı.

Savaşlar ve Çöküşün Derinleşmesi

1911-1913 arasındaki savaşlar –Trablusgarp ve Balkan savaşları– imparatorluğun gücünü adeta lime lime etti. Balkanlar’ın büyük bölümü kaybedildi; yüz binlerce insan göç etmek zorunda kaldı. Bu kayıplar, siyasal yapıyı da değiştirdi. İttihat ve Terakki, giderek merkeziyetçi ve daha otoriter bir çizgiye yöneldi. Bir bakıma meşrutiyet ayakta kalmaya çalışırken, sistemi ayakta tutan o özgürlük rüzgârı da yavaş yavaş zayıflıyordu.

Bu yıllardaki hızlı değişimi anlamaya çalışırken, insan ister istemez “Bu kadar kısa süreye nasıl bu kadar şey sığdı?” diye soruyor. Aslında II. Meşrutiyet, tarihin sıkıştırılmış bir dönemi gibiydi; devlet, toplum ve fikirler bir anda yer değiştirdi.

Sonuç ve Değerlendirme

2. Meşrutiyet, Osmanlı Devleti’nin modernleşme macerasında kırılma noktasıydı. Bir yandan devleti anayasal zemine taşıdı, meclisi yeniden işler hale getirdi, basını özgürleştirdi ve toplumun siyasi katılımını artırdı. Diğer yandan hızlı değişim, iç anlaşmazlıklar ve büyük savaşlar, bu düzenin sağlıklı bir şekilde gelişmesini engelledi.

Yine de, II. Meşrutiyet’i yalnızca “başarısız bir deney” diye görmek haksızlık olur. Bugün Türkiye’nin siyasal kültüründe hâlâ hissedilen tartışmalar –özgürlük ile düzen, milliyet ile kimlik, merkez ile çevre, modernleşme ile gelenek– o yıllarda şekillenmiştir. Yani II. Meşrutiyet bir sonuçtan çok, başlangıçtı. Her ne kadar imparatorluğu kurtaramasa da, yeni bir dünyanın kapısını araladı.

İkinci Meşrutiyet Dönemi Önemli Olaylar

  • İttihat ve Terakki’nin Yükselişi
  • Çok Partili Hayata Geçiş
  • Basın Özgürlüğü ve Yayın Patlaması
  • 31 Mart Vakası (1909)
  • Hareket Ordusu’nun İstanbul’a Yürüyüşü
  • II. Abdülhamid’in Tahttan İndirilmesi
  • 1909 Anayasa Değişiklikleri
  • Milliyetçilik Akımlarının Güçlenmesi
  • Balkan Savaşları (1912–1913)
  • Bab-ı Âli Baskını (1913)
  • İttihatçı Üçlü Yönetimin Dönemi
  • Toplumsal ve Sivil Örgütlenmelerin Artışı
  • Eğitimde Modernleşme Adımları
  • Ekonomik Kriz ve Mali Sıkıntılar
  • I. Dünya Savaşı’na Giden Süreç

Yorum Gönder