Bir tarihi belgeye yakından bakarken insan bazen elindeki şeyin sadece “metin” olmadığını hissediyor. Kanun-i Esasi de bunlardan biri. Osmanlı’nın yorgun ama dirençli bir modernleşme nefesinin, biraz da çaresizce aralanan bir kapının ardında duran ilk büyük anayasal girişimin adıdır. Bu metne ne kadar soğukkanlı yaklaşsam da, bazen taşıdığı tarihsel yükün ağırlığını ister istemez hissediyorum; insanın içinden “bu kadar büyük bir dönüşümü böyle ince bir metne sığdırmaya çalışmanın tuhaflığı varmış” demek geliyor. Kanun-i Esasi, I. Meşrutiyet sırasında ilan edildi ve Osmanlı’nın değişim için attığı ilk ciddi adımdı.
“Kanun-i Esasi, Osmanlı’nın modern devlet düşüncesini kurumsal bir zemine oturtma çabasının ilk ve en kritik adımıydı.”
![]() |
| Kanun-i Esasi |
Arka Plan
19.yüzyıl Osmanlı için akıntıya karşı kürek çekilen uzun bir yüzyıldı. Tanzimat Fermanı ile başlayan düzenleme hareketi, giderek daha kurumsal bir dönüşüm ihtiyacına dönüşmüştü. Avrupa devletleri anayasal monarşi fikrini benimsemiş, hukuki düzenlerini parlamentolar üzerinden yeniden şekillendirmeye başlamıştı. Osmanlı’nın ise hem iç politik hem dış baskıları artmış, devletin bir hukuki çerçeveye bağlanması kaçınılmaz hale gelmişti.
Yine de işin sadece “zorunluluk” kısmıyla açıklanması eksik olur. Çünkü Genç Osmanlılar gibi aydın gruplar, halkın (ya da daha doğru bir ifadeyle tebaanın) yönetime bir ölçüde katılımını, özgürlüklerin sınırlarının çizilmesini, padişah yetkisinin belirliliğini savunuyordu. E haliyle, böyle bir beklenti bir metne dönüşmeden havada asılı kalamazdı. Bu dönem aynı zamanda Osmanlı’nın zihinsel olarak da dönüşmeye çalıştığı bir dönemdi; modern hukuk, modern kurumlar ve modern siyaset üçgeni giderek daha fazla görünür hale geliyordu.
Hazırlık
Hazırlık süreci aslında zannedildiği kadar romantik ya da kusursuz değildi. Bir yandan anayasa isteyen güçlü bir entelektüel damar, diğer yanda bu girişimi kontrol altında tutmak isteyen bir devlet bürokrasisi vardı. Sultan II. Abdülhamid’in rolü de ilginçtir; ilk bakışta destekleyici gibi görünse de aslında metnin kontrolünü elinde tutmak isteyen temkinli bir yaklaşımı vardı.
Komisyonlar kuruldu, maddeler yazıldı, bazıları tartışıldı ama bazıları da fazla tartışılmadan kabul edildi. Açık konuşayım, bugün baktığımızda “şu kısım biraz acele edilmiş” dediğimiz bir sürü yer var. Bu da dönemin siyasi koşullarının doğal bir sonucu gibi duruyor. Bir yandan devlet çökmeye doğru giderken bir yandan “modern anayasal düzen” inşa etmeye çalışmak kolay değildir; bu yüzden bazı yerlerde düzensiz bir ritim sezilir.
Metnin Yapısı
Kanun-i Esasi toplamda 119 maddeydi. Metnin yapısı, temel hak ve hürriyetler başta olmak üzere devletin organlarını, yetkilerini, işleyişini belirlemeyi amaçlıyordu.
Hak ve özgürlükler kısmı, dönemi için oldukça ilericiydi ama yine de padişah yetkisini sınırlayacak kadar radikal değildi. Basın özgürlüğü, kişi dokunulmazlığı, mülkiyet hakkı gibi ilkeler yazılmıştı fakat bunların uygulanması her zaman aynı açıklıkta olmadı. Biraz şöyle düşünmek lazım: Metin modernlik iddiası taşıyor ama uygulayıcı siyaset modernliğe tam kapı aralamaya henüz hazır değil.
Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan olmak üzere iki meclisli bir yapı öngörülmüştü. Seçim sistemi, dönemine göre yenilikçi sayılırdı ama temsil düzeyi sınırlıydı. Meclisin kapatılması yetkisi padişahtaydı ve sonradan gördüğümüz gibi bu yetki oldukça etkili kullanıldı.
Devletin yürütme yapısı da ayrıntılı bir şekilde tanımlandı. Padişah, yürütmenin merkezindeydi. Bakanlar Kurulu padişaha karşı sorumluydu. Yani bugün alışık olduğumuz “parlamenter sistem” mantığıyla birebir örtüşmez. Daha çok anayasal monarşinin Osmanlı’ya uyarlanmış bir versiyonu gibi düşünmek gerekir.
Uygulama
İşin en kritik ayrımı burada ortaya çıkıyor: Bir anayasanın yazılması başka, uygulanması başkadır. Kanun-i Esasi yürürlüğe girdikten hemen sonra Meclis-i Mebusan toplandı ama uzun soluklu bir dönem olmadı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, ülkedeki siyasal dengeleri alt üst etti. Savaş ortamının yarattığı baskıyla Padişah II. Abdülhamid, meclisi feshetti ve Kanun-i Esasi bir anlamda askıya alınmış oldu.
Yaklaşık 30 yıl boyunca anayasa kâğıt üzerinde durdu ama fiilen işletilmedi. Bu uzun ara, metnin gerçek potansiyelinin tam olarak denenememesine yol açtı. Abdülhamid yönetimi bu dönemde daha merkeziyetçi, kontrolcü ve gözetimci bir çizgi izledi. Toplumda anayasa fikri ise canlı kaldı; özellikle Jön Türk hareketi tarafından sürekli gündemde tutuldu.
Yeniden Yürürlük
1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ile Kanun-i Esasi yeniden yürürlüğe girdi. Üstelik bu kez daha güçlü bir toplumsal talep vardı. Bununla birlikte metin üzerinde önemli değişiklikler yapıldı: Padişahın yetkileri daraltıldı, meclisin konumu güçlendirildi, hükümetin parlamentoya karşı sorumluluğu artırıldı.
Bu dönemde anayasal düzen tam anlamıyla etkinleşti diyemeyiz ama en azından siyasal tartışmalar ve meclis hayatı daha canlı bir karakter kazandı. Siyasi partiler doğdu, basın daha hareketlendi, hukuk düzeni ve idari yapı yeniden şekillenmeye başladı.
Eleştiriler
Kanun-i Esasi’yi değerlendirirken hem tarihsel bağlamı hem de metnin özünü birlikte düşünmek zorundayız. Metnin eksikleri yok muydu? Elbette vardı. Örneğin:
-
Padişah yetkisi genişti.
-
Hak ve özgürlüklerin garanti altına alınma biçimi net değildi.
-
Meclis’in sürekli feshedilebilmesi siyasal istikrarı zayıflattı.
-
Temsil sistemi tam anlamıyla demokratik değildi.
Ama bütün bu eleştirilerin yanında şunu da görmek gerekir: Osmanlı gibi çok uluslu, çok katmanlı, farklı hukuk sistemlerinin iç içe geçtiği bir imparatorlukta anayasaya geçiş kolay değildi. Bu metin, eksikliklerine rağmen, bir “ilk adım” olma rolünü başarıyla üstlendi.
Modern Hukuk Açısından Önemi
Bugünden baktığımızda Kanun-i Esasi’nin en güçlü etkisi, Türkiye’de anayasal düşüncenin köklerini oluşturmasıdır. 1921, 1924, 1961, 1982 anayasalarının tamamında bu ilk girişimin izleri bir şekilde hissedilir. Temel hak ve özgürlüklerin tanımlanması, meclis yapısı, yürütmenin konumu, idari düzenlemeler ve devlet-halk ilişkisine dair yaklaşımlar hep bu ilk metnin bıraktığı miras üzerinden şekillenmiştir.
Aynı zamanda Osmanlı’nın son döneminde siyasal katılım kültürünün oluşmasına katkı sağlamıştır. Bugün geriye dönüp baktığımızda bile, Kanun-i Esasi’nin modernleşme çabaları içerisindeki en önemli duraklardan biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Genel Değerlendirme
Kanun-i Esasi’yi tek cümleyle özetlemek gerekse şöyle derdim: “Bir imparatorluğun çalkantılı bir dönemde yeni bir nefes arayışının hukuki ifadesi.”
Bu cümle belki biraz duygusal geliyor olabilir ama tarih bazen böyle şeyler hissettiriyor; belgeler sadece belge değildir, bir toplumun kendisiyle yüzleşme biçimidir.
Metnin ritmi zaman zaman düzensizdir, uygulaması aksaklıklarla doludur, hedeflediği dönüşümü tam sağlayamamıştır. Ama bütün bunlar onun önemini azaltmaz. Aslında tam tersine, metni daha gerçekçi kılar. Tarih çok az zaman kusursuz işler.
Kanun-i Esasi, modern Türkiye’de anayasal düzen fikrinin köklerini besleyen, Osmanlı’nın son döneminde politik bilincin gelişimine zemin hazırlayan bir başlangıç noktasıdır. Eksikleriyle birlikte değerlendirildiğinde bile, hem siyasal tarih hem hukuk tarihi açısından vazgeçilmez bir belgedir.


Yorum Gönder